Batı'nın Kurtları: Vahşi Savaş - Kitap kapağı

Batı'nın Kurtları: Vahşi Savaş

Abigail Lynne

Üçüncü Bölüm

Livy

“Olivia? Sorun ne?” diye sordu annem eve girdiğimi görünce.

Diğer kurt adamlar yanımdan geçtiler. Bana bir kez baktıktan sonra gözlerini çeviriyorlardı.

Burnumu çekip annemin kollarına koştum ve sırtımı okşamasına izin verdim. Beni tutarken sessizdi. Bir anda böyle samimi bir şey yapmam onu ürkütmüş olmalıydı.

Üst kattaki odama çıktık. Leah'ın tüm eşyalarını yatağımdan attıktan sonra oturup yorganımı bedenime sardım.

Annem bir fincan sıcak çikolata ve yüzünde endişeli bir ifadeyle peşimden geldi. “Olivia, lütfen benimle konuş. Sorun ne?”

Dudağımı ısırırken yanaklarımdan birkaç damla sıcak gözyaşı süzüldüğünü hissettim. Ağlamak, yas tutacak kadar önemli bir şeyler olmadığı zamanlarda çok aşina olmadığım bir şeydi. “Ben… Ben eşimle tanıştım.”

Annemin nefesi kesildi ve hemen ellerimi tuttu. Yüzündeki umut dolu bakış göğsümü daha da sıkıştırmaktan başka bir işe yaramadı. “Kim?”

Sıcak çikolatamı indirip pencereden dışarı baktım. “Alfa Emerson.”

Annem yüzümden ne olduğunu anlamaya başlamıştı. “Ne oldu? Emin misin?”

“Ben... O... Eminim. Ona baktığımda şey gibiydi... Çok mükemmeldi. Zaman durdu ve kurdum anında onu sahiplendi.”

“Ama o… Beni reddetti. Bana hiçmişim gibi davrandı ve ben... Kimse bana inanmadı.”

Annem gözyaşlarına boğuldu. “Çok üzgünüm, Olivia. Sana inanıyorum canım, gerçekten inanıyorum. Eşini karıştırman mümkün değil. Çok güçlü bir duygudur bu. Belki sadece şok olmuştu, korkmuştu ya da...”

Kafamı salladım. “Hayır, ne yaptığının gayet de farkındaydı. Leah'ı gözlerimin önünde öptü ve ben...” derken nefesim kesildi ve karnımın acı içinde kasıldığını hissettim.

Annem bana uzanınca başımı boynunun boşluğuna yasladım. O saçlarımla oynarken düşünceli bir şekilde pencereden dışarı baktım.

“Seni neden reddettiğini bilmiyorum, güzel kızım. İçine kapanık olsan da bir o kadar güçlüsün.”

Başımın üstünden öperken başka hiçbir şey düşünmek istemeyerek gözlerimi penceremin dışındaki ağaçlara dikmiştim. Her şey çok acı vericiydi.

Annemin iltifatları bile dokunuyordu.

“Sanırım biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var,” diye fısıldadım. Annem bana anlayışlı bir şekilde şöyle bir baktıktan sonra başıyla onaylayıp odadan çıktı.

O gittikten sonra yatağıma uzanıp pencereden dışarı baktım. Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum.

Sürü evinde kalarak Leah ve Cole'un yiyişmesini izleyebilir ve hayal edilemez derecede acı çekebilirdim. Ayrılabilirdim ya da önceden birçok kurdun yaptığı şeyi yapabilirdim. Her şeye, tüm bu acıya bir son verebilirdim.

İlki olmayacaktı. Kalıp eşimin benim yerime başka birini seçmesini izleyemezdim. Bunu izlemek beni duygusuz bir insana dönüştürebilirdi. Daha sert ve kıskanç bir insana.

Kendimi öldürmeyi düşündüğümde bunun çok korkakça olduğunu hissettim. Daha hayatımı doğru düzgün yaşamadan ölmek istemiyordum.

Cole Emerson için kendimi öldürecek değildim. İntihar edip babama katılmak için kendi dürtüleriyle savaşan anneme bu acıyı yaşatamazdım.

Bu da tek bir seçeneğim kaldığı anlamına geliyordu.

Bacaklarımla battaniyeyi üzerimden attım ve yatağımın altından eski spor çantamı çıkardıktan sonra kıyafetlerimi katlama zahmetine girmeden içine tıkmaya başladım.

Önemli olan her şeyi koyduğumdan emin oldum. Tuvalet malzemeleri, iç çamaşır, temel malzemeler. Daha sonra koridordan geçip gizlice Cole'un odasına girdim.

Sürü üyelerinin alfanın odasına girmesi yasak olsa da umurumda değildi. Zaten gideceğim için sonuçlarına katlanmak zorunda kalmayacaktım.

Kokusunu soluyunca kurdumun sızlandığını hissettim. Onun da en az benim kadar kalbi kırılmıştı.

Aradığımı bulmadan önce etrafıma baktım. Bir mantar tahtanın üzerinde Cole ve kardeşimin resmi vardı. Onu duvardan alıp ayrılmadan önce cebime soktum.

Odama geri dönüp hızlı bir veda notu yazdıktan sonra yatağımın üzerine bıraktım.

Ön kapıdan çıkmanın imkânsız olacağını düşündüm. Bu yüzden penceremden kaçtım.

Rahat bir çıkış olmayacağı kesindi. İkinci katta olduğum için ayrılmak, kendimi düşüşten ölmeyeceğime ikna edene kadar çıkıntılara asılmam gerektiği anlamına geliyordu.

Biraz ses çıkararak yere indim ve ayak bileklerimdeki acıyı görmezden gelerek koşmaya başladım.

Astoria'da yaşamak her zaman yakında bir su kaynağı olduğu anlamına geliyordu. Hemen sahile yöneldim.

Suyun içinde diz çöktüğümde rahatlayabildim. Su kokuyu bastırırdı. Ve henüz şekil değiştirmediğim için kokum kolayca maskelenebilirdi.

Birkaç şanssız dişi kurt eşleriyle buluşana kadar şekil değiştirmez. Şekil değiştirmediğim için bu genetik tuhaflığa sahip birkaç talihsiz kurttan biri olduğumu tahmin ettim.

Cole beni reddettiği için ilk şekil değiştirmemle tek başıma yüzleşmek zorunda kalacaktım. Ama bu çok da düşündüğüm bir şey değildi.

Biraz daha suda ilerledim. Kıyıdan çok uzaklaşmamaya ve kasabayı görebilecek mesafede kalmaya çalıştım. Kimsenin beni tanıyamayacağı kadar uzaktaydım.

İyi bir yüzücü sayılmazdım. Bu yüzden sadece su dizime gelene kadar ilerledim.

Şansıma hava kapalıydı ve öğrenciler hâlâ okuldaydı. Bu yüzden sahilde beni görecek çok fazla insan yoktu.

Yaklaşık iki saat sonra bir otobüste şeye doğru gidiyordum... Aslında hiçbir yere. Sadece kaçmam gerektiğini biliyordum.

Saatime bakıp kaşlarımı çattım. Üç buçuktu, ki bu kardeşimin evde olduğu anlamına geliyordu.

Ayrıldığımı fark etmiş miydi? Cole bunun farkına varmış mıydı? Üzülür müydü? Pişmanlık duyar mıydı? Onun da hissedeceğinden şüpheliydim.

Başımı soğuk cama yaslayıp gözlerimi kapatarak uykuya daldım.

***

Birkaç saat sonra iri yarı bir adam tarafından uyandırıldım. “Hadi uyan, otobüs seni ancak bu kadar uzağa götürebilir.”

Birkaç kez göz kırpıp esnedikten sonra, “Neredeyiz?” diye sordum.

“East Idaho.”

“Tamam, teşekkür ederim.” Kalkıp eşyalarımı alıp otobüsten indikten sonra etrafıma şöyle bir baktım.

Bir çeşit transit istasyondaydım. Ön büroya yürüyüp cama tıklattım.

Kadın bana bakıp kaşlarını çattı. “Evet?”

Boğazımı temizledim. “Beni şeye götürecek herhangi bir tren var mı...” deyip durdum ve sağımdaki ABD haritasına bakıp rastgele bir eyalet seçtim. “New Jersey’ye?”

Kadın dudaklarını büzüp bilgisayarına baktıktan sonra başıyla onayladı.

“Seni Indiana'ya götürecek bir tane var. Oradan New Jersey'e götürecek başka bir trene binmeniz gerekiyor. Uygun mudur?”

Gülümsedim. “Evet, uygun.”

Kadına Jay'in çorap çekmecesinden aldığım parayı verip biletimi ve transfer fişimi aldım. Bir saat sonra trene bindim ve kısa bir süre sonra tekrar uykuya daldım.

***

Bir dahaki sefere uyandığımda hava iyice kararmıştı ve trenleri değiştirmek zorunda kaldım. Uyanık kalmaya karar verip manzarayı izlerken aklıma Oregon geldi.

Sürüde neler olup bittiğini merak ediyordum. Beni aramaya başlamışlar mıydı?

İç çekip resmi cebimden çıkardım ve kardeşimin yüzüne baktım.

Hödük olmasına rağmen onu özleyecektim. Ne kadar süre uzakta kalacağımı ve Astoria'ya geri dönüp dönmeyeceğimi merak ettim.

Gözlerimin önüne Cole’un yüzü gelince kalbimin sıkıştığını hissettim. Dişlerimi sıkarak resmi cebime sokup pencereden dışarı baktım.

Bazılarının sabah diyebileceği kadar geç saatlerde New Jersey'e vardım.

Trenden tökezleyerek inip yakındaki bir kasabaya giden bir taksiye bindim. Şoförden uygun bir motel bulana kadar sokaklarda dolaşmasını istedim. Seçenekler gerçekten hiç iç açıcı değildi.

Sonunda pes edip karşılaştığımız bir sonraki moteli seçtim.

“Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu resepsiyon görevlisi. Yıpranmış saçlara ve mavi göz boyalı yorgun gözlere sahipti.

Cevap vermemi beklerken sakızını şişirdi. Gözleri bilgisayar ekranındaydı.

Başının üstündeki tahtaya bakıp, “Lütfen lüks bir oda alabilir miyim?” dedim.

Sakızını patlatıp başıyla onayladıktan sonra bana bir oda anahtarı verip parayı istedi. Ödemeyi yapıp merdivenlere yöneldim. Odama gitmek için sabırsızlanıyordum.

İçeri girdikten sonra eşyalarımı bir kenara fırlatıp yatağa atladım. Motel odası çarşafları hakkında duyduğum her şeye rağmen yüzümü yastıklara gömdüm.

Cep telefonum çalınca kısa süreli kalp krizi geçirir gibi oldum. Ayağa fırlayıp telefonuma uzandım. Onu bulmak için spor çantamı didik didik ettim. Ekrana bakınca küfrettim. Arayan kardeşimdi.

Küçük banyoya koşup telefonumu tuvalete attım. Bir an için klozetten şırıltı sesi geldikten sonra ses kesilince rahat bir nefes alabildim.

İstediğim son şey sürü üyelerimden herhangi birinin beni bulmasıydı.

Cep telefonuma bakarken sırtımı duvara dayayıp banyo zeminine oturdum. Eski hayatımı geride bıraktığımı ilk kez fark ettiğimde içimi bir hüzün sardı.

Avuçlarımla gözlerimi ovuşturup birkaç kez derin nefes aldıktan sonra kalkıp yatağa uzandım.

Yolculuk yorucu geçtiği için gözlerimi kapar kapamaz uykuya daldım.

***

Yaklaşık bir saat sonra çatırdama sesiyle uyandım. Gözlerimi açıp doğrulduktan sonra birden kan dondurucu bir çığlık attım.

Sol bileğimdeki kemiklerin cildimin altında çatladığını izlerken yumruğumu ağzıma soktum. Şekil değiştiriyordum.

Kurdumun içgüdüleri beni motelden dışarı itti ve yolun karşısına geçmeme neden oldu.

Birkaç blok ötede, bir alışveriş merkezinin arkasındaki tepede uzanan ağaçları görebiliyordum. Kendimi zapt etmeye çalışırken olabildiğince hızlı hareket ettim.

Sanki içten içe parçalara ayrılıyormuş gibi hissediyordum. Aslında başka bir şey cildimden dışarı çıkmaya çalışıyordu.

Ağaçlara doğru koşarken değişim ilerlemeye başladığında tökezledim. Omurgamın cildimin altında kıvrılmaya başladığını hissettiğimde karnımı tutarak yalpalamaya başladım.

Ellerimdeki kemikler ormana girer girmez şeklen değişmeye başladı.

Ağaçlık alana dalıp yere düşmeden önce kalın çalılıkların arasından tökezledim. Sol bacağım ikiye ayrılmıştı ve elimden geldiğince uzaklaşmıştım.

Omzumun üzerinden bakıp küfrettim. Dalların ve çalıların arasından bir neon tabelanın ana hatlarını hâlâ görebiliyordum, ki bu da istediğim kadar uzakta olmadığım anlamına geliyordu.

Önümdeki ağaçların gövdeleri kalındı. Çaresizce buranın sabahın erken saatlerinde yürüyüşçülerin uğrak yeri olmadığını umdum.

Uzun bir süre çığlık atıp bambaşka bir şeye dönüşen vücudumun acısını bastırmaya çalıştım.

Şekil değişiminden dolayı cildim yanıyor gibiydi. Tüm vücudum geriye doğru uzanmış gibi hissediyordum, ki böyle bir şeyi ilk defa yaşıyordum.

Henüz tam şekil değiştirmemiştim. Bacaklarım geriye doğru eğilmeye başlamıştı ve ellerimi tanıyamaz olmuştum. Birden yaklaşan ayak sesleri duymaya başladım.

Küfrederek nefesimi tutup kimin yaklaştığını görmek için başımı kaldırdım.

Karşımda bir kurt görünce kalbim duracak gibi oldu. İri ve bembeyaz bir kurttu. Koyu gözlerine bakarken bir kurt adam olduğunu anlayabildim.

Tekrar küfrederken köprücük kemiğim çatlamaya başladığında nefesim kesildi. Başka bir sürünün bölgesinde olup olmadığımı düşünmeden şekil değiştirmek sadece benim yapacağım türden bir aptallıktı.

Eğer şanslıysam beni şekil değiştirirken öldürürlerdi.

Kurt bana bakıp uluduktan sonra ormanın derinliklerine doğru dalıp gözden kayboldu.

Çığlık atıp gözlerimi kapatırken beyaz kurt hakkında düşünecek durumda değildim.

Omurgamın çatladığını ve kırıldığını hissettim. Daha sonra kaburgalarım ve yüzümdeki kemikler yeniden şekil almaya başladılar.

Nasıl bir şeye benzediğimi düşünürken dehşete kapıldım ve yüzümü yere eğdim.

Bu tarifi imkânsız acıyı çekerken tek düşündüğüm Cole’un yüzü ve bu süreci tek başıma katlanmamın verdiği yoğun utançtı.

Değişimin hızlandığını hissederken cildimin altından tüyler filizlenmeye başladığında küfrettim. İçim dışıma çıkıyormuş gibi hissettiğim için tekrar çığlık atmaya başladım.

Daha fazla ayak sesi duyunca zorla gözlerimi açmaya çalıştım.

Artık dört beyaz kurt daha önümde duruyordu. İçlerinden en büyüğü gözlerini bana dikerek öne çıktı.

Vücudum titrerken tekrar çığlık attıktan sonra önümdeki kurdun şekil değiştirmiş olduğunu fark ettim.

On dokuz yaşlarında bir oğlan çocuğu önümde diz çökmüştü. Keskin yeşil gözlerini kısarak bana bakarken sarı saçları yüzüne düşmüştü.

“Eşin nerede?”

Çığlık attım ve ellerim yeniden şekillenmeye başlarken dişlerimi sıktım. Elmacık kemiklerim birbirine sıkışmaya başladığında yüzümü adamdan uzaklaştırdım.

İçgüdülerim tavan yapmıştı çünkü ne kadar savunmasız olduğumun keskin bir şekilde farkına varmıştım.

“Ben… Benim eşim…” Tekrar çığlık atıp karnımın üzerine düşerken ellerimi altıma almaya çalıştım ama kollarımın artık tepki vermediğini fark ettim.

“Tate, sanırım cevap veremeyecek durumda.”

Kafamı kaldırınca diğer kurtların da şekil değiştirmiş olduğunu gördüm. Önümde iki erkek ve bir kız daha duruyordu. Bana meraklarını gölgeleyen dehşet dolu ifadelerle bakıyorlardı.

“Eşin nerede?” diye tekrar sordu Tate.

Dudağımı o kadar sert ısırdım ki kanadığına emindim. “Ben… Beni reddetti. Ben buradan… Ah!”

Tate kaşlarını çatarken gözleri karardı. Bir süre düşünceli bir şekilde durduktan sonra kendini topladı.

“Tamam o zaman. Sadece onsuz bunu atlatmanı sağlamak zorundayız. Bu değişimde sana yardım edeceğim.”

Biz dediğini duyunca kalbim sıkıştı.

Kız güçlükle solurken iki adım yaklaştı. “Tate! Yapamazsın! Sydney ne olacak?”

Tate hırladı. “O benimle eşleşmedi!”

Daha önceki aynı çocuk konuştu. İfadesi ve gözleri ciddiydi. “Ona bağlanacaksın, Tate. Emin misin?”

Tate küfredip çabucak bana baktı. “Ya ona yardım edip sonuçlarına katlanacağım ya da ölmesine izin vereceğim.”

Grup sessizliğe büründüğünde yine acı içinde çığlık attım.

Tate dudaklarını kulağıma indirdi. “Adın ne?”

“Livy,” diye bağırdım.

Nazikçe gülümsedi elini omzuma getirdi. “Tamam, Livy kurdunla konuşmana ihtiyacım var. Ona tam gücüne ulaşmanın sorun olmadığını söyle. Ona kontrolü devralmasını söyle.”

Gözlerimi kapatıp dediğini yapmaya çalıştım. Zihnimdeki vahşi yaratığı ortaya çıkması için çağırmaya çalıştım.

Bedenimi değişimimin sonuna kadar zorlaması için ona ihtiyacım vardı. Yolun geri kalanında bana yol göstermesi gerekiyordu.

Şaşırtıcı bir şekilde çağrıma yanıt verdi. Hızlıca hırlayıp çenesini gererek, “Eşim,” dedi.

Gözlerimi yeniden açıp, “Eşini istiyor,” diye mırıldandım. Çenemle boğazımın etrafındaki kemikler ve kaslar yeniden yapılanmak için mücadele ederken konuşmak gitgide zorlaşıyordu.

Tate saçlarımı yatıştırıcı bir şekilde okşadı ve bir süre kararsız kaldıktan sonra, “Ona şimdi yanında olduğumu söyle,” dedi.

Başımla onaylayıp gözlerimi tekrar kapatırken yanaklarımdan sıcak gözyaşlarının süzüldüğünü hissettim. Bana ikinci bir şans verdiği için bu tanımadığım adamın elini sıkıca tutmak istedim.

Mesajı zihnimden aktardım ve isteksizce kabul etmesini bekledim.

Başka seçeneğin olmadığını benim kadar o da biliyordu. Cole burada değildi ve ikimiz de ölmeye hazır değildik.

“O hazır,” dedim sessizce.

Tate tekrar gülümsedi, gözlerinde hiçbir duygu ibaresi yoktu. “Tamam, şimdi kendini bırakmanı istiyorum, Livy. Kim olduğunu unut ve kurdunun sana tekrar hatırlatmasına izin ver.”

Onun talimatlarını izledim ve beni Livy yapan her şeyi aklımdan çıkardım.

Eski beyzbol şapkalı sessiz kızı, Sam'le arkadaşlığımı ve kardeşimle çalkantılı ilişkilerimi bir yana bıraktım.

Hayatımı yönlendiren çekingenliği ve babama karşı duyduğum kederi unuttum.

Eski sürümü, yatak odamı, Astoria'yı unuttum. Olivia Holden'ı ve onu asla geri alamayacağım korkusunu unuttum.

Kurdum vücudumu nasıl göründüğünü istediğine yönlendirirken kontrolü ele aldığını hissettim. Uzuvlarıma nereye gideceğimi söylerken yıllardır cildimin altında gizlenen tarafımı ortaya çıkardı.

Zihnimin derinliklerinde, kalbimin dibinde başka bir bağlantının kurulduğunu hissedebiliyordum. Kurdum uluduğu ve vücudum acı içinde kıvrandığı için bu yeni bağı düşünecek durumda değildim.

Gözlerimi açtığımda ağaçların tepelerine bakıyordum.

Her yapraktaki her damarı keskin bir netlikle görebiliyordum. Hava burnuma binlerce koku taşırken onları ayırmaya başlamadan önce duyularımı geçici olarak meşgul etti.

Göz kırpıp yavaşça karnıma yuvarlandıktan sonra ayağa kalkmaya çalıştım. Birden iki yerine dört bacağım olduğunu fark ettim. Bağırmaya çalışsam da onun yerine keskin bir havlama sesi çıktı.

Görüşümdeki ve zihnimdeki belirgin değişime alışmaya çalışırken çılgınca etrafa baktım.

Hâlâ kendimdim, hâlâ düşünebiliyordum ama içgüdülerimi aklıma gelen düşüncelerimin önüne iten başka, daha vahşi bir dürtü vardı.

“İşte orada! Sonunda kendine gelmiş!” dedi birisi neşeyle.

Etrafa bakıp hırladıktan sonra kafamı eğip boynumdaki tüylerin dikleşmesine izin verdim.

Dudaklarımı dişlerimin üzerine kaldırıp köpek dişlerimi ortaya çıkarırken hırladım ve kuyruğumu yere değecek kadar indirdim. Hareketlerim beni şaşırtmıştı. Çoktan bir kurt olmuştum.

Adam ellerini kaldırıp sersemlemiş bir şekilde güldü. “Seni korkuttuğum için üzgünüm, Livy. Adım Kevin. Tate'i getireceğim. Bir saniye.”

Adam ormanda kayboldu ve birkaç dakika sonra sarı saçlı uzun boylu bir çocukla geri döndü.

Kurdum ağzını yere doğru indirirken hafifçe inleyip poposunun üstüne oturdu.

“Uyanık olduğunu gördüğüme sevindim. Bu değişim seni bayağı yordu. Eşinle birlikte olsaydın daha kolay olurdu,” dedi Tate.

Cole'dan bahsedince hırladım. Vahşi bir parçam düşmanca bir hisse kapılmıştı.

Kevin bana sırıtıp Tate'e dirsek attı. “Sanırım bu onun sürüde olduğu anlamına geliyor, ha? Demek istediğim, sadece şu kürke bak! Ay ışığı gibi!”

Tate hafifçe hırladı. “Şimdi değil, Kevin. Onu bunaltmak istemiyorum. Daha yeni şekil değiştirdi.”

Beni baştan aşağı süzerken sözlerine rağmen gözlerindeki gururu görebildim. Bakışları altında rahatsız hissediyordum.

Kevin inledi. “Ama bu beş yıldır aldığımız ilk yeni üye! Ve görünüşüne göre harika bir üye olacak, öyle değil mi?”

Tate’in yüzüne belli belirsiz gülümseme yayıldı. “Evet, sanırım öyle.”

Bu kadar kaçamak cevaplar verdikleri için üzülüp havlayıp ayağa kalktım.

Tate gülerek telefonunu cebinden çıkardı. Bana doğru yürüdü ve kendimi görebilmem için siyah ekranı bana çevirdi.

Tamamen beyaz kürklü narin bir kurttum. Kürküm parlaktı. Kevin'ın açıklaması doğruydu. Ay ışığının rengiydim.

İnsan benliğimden geriye kalan tek şey gözlerimdi. Hâlâ koyu maviydi.

Tate yüzüme eğildi. “Senin gibi kurtlar özeldir, Livy. Bizim gibi kurtlar. Bunun bir adı var. Pura Lupus~. ~Latince'de saf kurt anlamına gelir. Biz üstün türüz.”

“Bizden çok yok ve buraya çekilmiş olman da bir tesadüf değil, Livy. Ay Tanrıçası'nın senin için planları var. Harika olacaksın.”

Kurdumun gururlandığını ve mutlu bir şekilde uluduğunu hissettim. Tate'in sözlerini hiçbir tereddüt veya güvensizlikle karşılamadı. Söylediklerine tüm benliğimle inandım. İfadesinin gerçekliğinden hiç şüphe etmedim.

İlk defa, içe kapanık bir kızdan daha fazlası olduğumu hissettim. Özeldim. Bir şeyin parçasıydım. Ben bir Pura Lupus'tum. Bir Beyaz Kurt.

Belki de Cole ve benim birlikte olmamamız gerekiyordu. Belki de reddedilmem daha büyük bir amaca hizmet etmişti.

Tate'e baktığımda reddedilmemin beni daha iyi insanlarla tanışma fırsatı sunduğunu düşünmeden edemedim.

Cole

Bunu hissettiğimde uyuyordum. Sanki vücudumun her yeri cayır cayır yanıyor gibiydi. Yatağımdan fırladım ve banyoya geçip lavaboya eğildim.

Yüzüme, çıplak göğsümün üstüne, boynumdan aşağıya su çarpsam da hiçbir şekilde rahatlayamadı..

Tökezleyerek mutfağa girdim ve içimdeki alevi söndürmeye çalışırken kendime bir bardak su doldurdum.

Tekrar her yerim ağrımaya başlayınca kaslarıma kramp girdi. Bardağı düşürünce yere çarpıp parçalandığını duydum.

Her yer su ve cam kırığı olsa da yoğun acıdan başka hiçbir şeye odaklanamıyordum.

Bağırıp dizlerimin üzerine çöktüm. Şaşkın ve dehşete kapılmış bir şekilde başımı tuttum.

İki kolun göğsümü sardığını ve birisinin beni ayağa kaldırmaya çalışırken inlediğini duydum.

“Bebeğim? Ne oldu? İyi misin?” diye sordu Leah, dengede durmaya çalışırken beni tutarken.

Ateş içinde kıvranırken ona hırladım. “Oradan iyi mi görünüyorum?”

Leah hafifçe inledi. “Sana yardım edebilir miyim?”

“Hayır, ben...” Acı arttıkça bağırmaya başladım. Leah'ın ellerini yüzümde hissederken utanç ve kafa karışıklığı içinde öylece kalakaldım.

Birkaç saniye sonra sürünün yarısı mutfaktaydı ve alfalarına ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hırlamamaya çalışarak dik durmaya ve zayıflığımı gizlemeye çalıştım.

“Jay! Livy yüzünden!” diye bağırdı Sally.

Hırladım ve betam tarafından sürüklendiğimi hissettim. Sürümün fısıltıları, ofisime götürülene ve kapı kapanıp arkamızdan kilitlenene kadar beni takip etti.

“Livy değişiyor!” dedi Sally aniden.

Küfredip şakaklarımı ovuşturdum. “O zaman neden beni incitiyor?”

Jay hırlarken yumruklarını sıkmasını izledim. “Çünkü sen onun eşisin! Onunla birlikte olman ve kurdunun ortaya çıkmasına yardım etmen gerekiyor.”

Önce ona, sonra da suçluluğuma hırladım. “Ben onun eşi değilim...” Sancılarım tekrar başverince inledim.

Ağrılarım gitgide artarken bir an için hasta olacağımdan ya da bayılacağımdan endişelenerek masamın köşelerini kavradım.

“O tehlikede. Ölebilir, Jay! Ah Tanrıça, zavallı Livy'm.”

“Peki ya ben? Bana ne olacak?” diye bağırdım. Ben de ölecek miydim?

Sally bana gözlerini kısarak bana baktı. Öfkesi kurdumu rahatsız ediyordu. Eğer iyi olsaydım onun bu açık meydan okumasına tolere edemezdim.

“Mükemmel derecede iyi olacaksın. Kızıma ne olursa olsun hâlâ hayatta olacaksın, seni şerefsiz!”

Saygısız davranışına hırlasam da ona karşı koyacak halde değildim. “Bak, Sally,” diye homurdandım. “Ben hâlâ bu sürünün alfasıyım.”

“Hadi ya,” diye alay etti Sally. “Ne tür bir alfa lunasını bulduktan sonra başka bir dişi kurdun koynuna girer?”

Tekrar hırladım. “Yeter!” diye bağırdım.

Alçak rütbeli sürü üyelerim tarafından azarlanacak değildim. Acı içinde kıvransam da suçluluk ve pişmanlık duygusunu tüm benliğimi sarmasına izin vermeyecektim. Ne Sally ne de Jay bir daha konuşmadı.

Yaklaşık yarım saat boyunca acıya katlanıp masamın arkasında ezilip büzüldüm. Birden hafiflemeye başlayınca sanki saatler geçmiş gibiydi.

Tamamen dindiğinde soluklanıp sandalyeme oturdum. Sally ve Jay endişeli görünüyordu.

“Neler oluyor?” diye sordu Jay.

Derin bir nefes aldım. “Durdu.”

Sally'nin gözleri parladı. “Hissediyor musun?”

“Cole! Cole, bebeğim içeri girmeme izin ver!” diye bağırdı Leah kapıdan.

Hırlayıp gözlerimi yuvarladım. Kan ter içindeydim ve yoğun ağrıya karşı koymaya çalıştığım için elim ayağım titriyordu.

“Hayır, yatağa geri dön, Leah! Birazdan geleceğim.”

Bir iç çekiş duyduktan sonra kapıdan ayrıldı.

Sally çenesini gerdi. “Öncekinden farklı hissediyor musun?”

Kafamı salladım. “Hayır, öylece durdu. Bu ne anlama geliyor?” Livy'yi istemesem de kurdum onu bir eş ve sürü üyesi olarak korumamı istediği için hâlâ onun için endişeleniyordum.

“Livy'nin ilk şekil değiştirmesinden sağ kurtulduğu anlamına geliyor,” dedi Sally duygusuz bir şekilde. Sonra dayanamayıp kafasını Jay’in omzuna bastırıp hıçkırıklara boğuldu.

Sırıttım. Her ne kadar kayıtsız görünmeye çalışsam da bunu duymak yüreğime su serpmişti. “Bakın, bu herkes için mutlu bir son. Livy yaşıyor ve şekil değiştirdi. Ve ben normale...”

Jay gözlerini kısarak bana baktı. “Hiçbir şey normale dönmüyor, Cole. Hayatta kalmasının tek bir yolu var. Senin yerini başka bir erkek kurt aldı.”

Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetim. Birden kurdum yeniden ortaya çıktı ve hırladıktan sonra masama uzanıp üzerindeki lambayı kaptım.

Onu soketinden söküp karşı duvara fırlatırken paramparça olmasını izledim.

Birisi benim olanı almıştı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok