Ganimet - Kitap kapağı

Ganimet

Ellie Sanders

İkinci Bölüm: Ödüldeki Gözler

ŞİMDİ

Hava serindi. Uzaktaki bulutlar kuvvetle muhtemel büyük bir fırtınanın habercisi olmasına rağmen esintide bir dinginlik vardı.

Dingin esinti o anda beni sakin tutan ve delirmememi sağlayan tek şeydi.

Aşağıya, altımdaki altı adama baktım. Bu altı kişiden biri benim geleceğim olacaktı. Aynı zamanda kaderim olacaktı.

Burnumu bir anlığına tiksintiyle buruşturduktan sonra Emet’in beni görmediğini umarak kendimi dizginledim.

Cali kulağıma, “Hangisi?” diye fısıldayınca kaşlarımı çatmamak için çaresizce savaşıyordum.

Ağabeyimin gerildiğini hissettim. Onu uyarırcasına, “Cali,” diye mırıldandı.

Cali, “Sadece merak ediyorum Emet,” dedi. “Acaba hangisini becermek istiyor?”

Emet bu sefer, “Cali,” diye çıkıştı.

Cali ağabeyimin koluna girerek kirpiklerini ona doğru masumca kırpıştırdı.

İlk defa gerçekten göründüğü kadar aptal mı yoksa ağabeyimle bir oyun mu oynuyor diye sorguladım. Eğer sahiden oyun oynuyorsa ona hayranlık duyabilirdim.

Diğerlerine kıyasla çok daha uzun süre ağabeyime dayandığına göre bir çeşit stratejisi olmalıydı ama ağabeyim onunla evlenmeyecekti.

Ona sıcak bir yatak ve aletini sokabileceği uygun bir delikten başka sunabileceği bir şey yoktu ve aksini düşünüyorsa aptalın teki olmalıydı.

Emet, “Prensesler öylesine yatıp kalkmaz,” diye tısladı. “Kendilerine söyleneni yapar.”

Cali, “Bana sıkıcı bir hayat gibi geliyor,” diye mırıldandı.

İçimden gözlerimi devirdim. Ama bunu yüzüme asla yansıtmadım. Yanımdaki ağabeyim her hareketimi izlerken daha fazlasını yapacak hâlim yoktu.

Emet tırabzanlara yaslanıp aşağıya bakarak, “Kiminle evleneceğine ben karar vereceğim,” dedi. “Benim için en iyi müttefik kim olacaksa onunla evlenecek.”

Cali, “Sağdakini seç. Yakışıklıymış. Kardeşin yakışıklı bir kocayı hak ediyor,” dedi.

Emet gözlerini belertince, bir anlığına Cali fazla ileri gittiği için deliye dönecek sandım.

“O hiçbir şeyi hak etmiyor,” diye çıkıştı. “Görevini yapıp benim seçtiğim kişiyle evlenerek buna kanaat etmek için burada.”

Ağabeyimin bakışlarını üzerimde hissetsem de ona ya da önümdeki adamlardan herhangi birine bakmaya cesaret edemiyordum. Sessiz ve itaatkâr bir tavırla orada öylece dikilerek dualarımın ne zaman kabul edileceğini ve bu kâbustan ne zaman uyanacağımı düşünüyordum.

Manox arkamızdan, “Ekselansları,” dediğinde Emet arkasına döndü. “Seyirciler için her şey hazır.”

Emet kendi kendine, “Güzel,” dedi.

Parmaklarını şıklatınca bunun benim için bir işaret olduğunu anladım.

Nihayetinde bu bir pazarlık olduğu için beni yanına çağırdı. Bu altı adam ağabeyimin tahtını güvence altına alabilecek bir hediye sunmak için gelmişti ve ağabeyim içlerinden birini seçtiğinde, seçilen kişi büyük bir ödülle mükâfatlandırılacaktı. Benimle.

Teknik olarak hâlihazırda nişanlı olmam tek sorundu ama kimse bu ufak pürüzün yoluna çıkmasına göz yummak istemiyordu. Çünkü ben damarlarında kraliyet kanı akan bir Prenses idim ve benim gibi bir ödül karşı konulmayacak kadar cazipti.

Ülkenin en korkulan adamlarından birinin gazabına uğrama riski taşısa bile.

Ağabeyimin sırtına bakarak arkasından yürümeye başladım. Bir kral için sahip olması gereken fizik ve cüsseden yoksundu.

Etraftakiler bile duymadığımızı düşündüklerinde bununla ilgili fısıldaşıyordu.

Bir kral olarak buradaki en iri, en uzun boylu ve en güçlü kişi o olmalıydı.

Gelgelelim diğer adamların arasında fark edilmediği için statüsünü vurgulamak adına kalın dolgulu, ermin astarlı bir pelerin giyiyor ve altın bir taç takıyordu.

Pelerin oldukça güzeldi ama aşırı parlak taç Emet’in karakterine herhangi bir katkıda bulunmuyordu. Aksine daha çok vurguluyordu.

Çünkü Emet bu toprakların tek kralı değildi. Topraklarımızın. Babamızın topraklarının.

Başka bir kral daha vardı. Onun gücüyle kudreti arttıkça, ağabeyimin itibarı azalıyordu. Bu dünyanın düzeni böyleydi.

Kralların ve savaş lordlarının yolu buydu.

Diğer hak iddia eden kral daha baskın, daha güçlüydü ve Yüce Konsey tarafından kabul edilerek kral ilan edildiği için sahte imparatorluk sahibi artık biz gibi görünüyorduk.

Emet elimizde tuttuğumuz sınırlı güçle dayansa da ikimiz de bunun daha fazla böyle devam edemeyeceğini biliyorduk. Diğer kral yakında ikimiz için de gelecekti.

Babamızı katlettiği gibi Emet’i de öldürecek, sonra sıra bana gelecekti.

O canavarın eline düşeceğimi düşündükçe tepeden tırnağa ürperiyordum. Son beş yıldır nefesi ensemdeydi. Beni takip ediyordu. Beni izliyordu. Sadece şansım sayesinde ondan kaçabiliyordum.

O benim nişanlımdı. O henüz bir savaş lorduyken babamın beni evlendirmeyi kabul ettiği ve hisara saldırıp babamı savaşta alt ederek tahtını elinden aldığı adamdı.

Ama işte burada evlenmekte özgürmüşüm gibi davranıyorduk ve sanki korkunç sonuçlar doğurmayacakmış gibi Emet benim için bir talip seçiyordu.

Çünkü Kaldan gelecekti.

Bundan adım gibi emindim.

Derinlerde bir yerde, bu adamı tanıyordum. O canavar ikimizi de bulacağı için her geçen gün bu kaçınılmaz sona doğru hızla ilerlediğimi hissediyordum.

“Kral Emet ve Prenses Arbella.”

O anda anons edildik.

Ağabeyim önden girdi. Kasıla kasıla. O süslü püslü kıyafetleriyle bana absürt derecede komik görünüyordu. Sanki bir tiyatro oyunundaki kral rolündeydi. Etrafımızdaki insanların yüzünden benimle aynı fikirde olduğunu görebiliyordum.

Derin bir nefes alıp onu takiben içeri girdim. Onun şatafatlı kıyafetine kıyasla ben pejmürde görünüyor olmalıydım. Elbisem oldukça sadeydi. Yeterince kaliteli bir kumaş olsa da bir prensese yaraşır lükste değildi.

Üzerimde fazla bol duran elbise benim için dikilmediği gerçeğini ele veriyordu. Modeli de eskiydi. Elbisem son modanın yakınından bile geçmediği için etrafımdaki hanımlar kıyafet tercihleri konusunda şüpheye düşmüş görünüyordu.

Kadınları yarısı sanki sözleşmiş gibi benim tarzımı taklit ederken, diğer yarısı ise en güzel kumaşları, üzerlerine oturarak onları oldukça çekici gösteren elbiseleri giyiyordu ve bu kadınlar etraftayken herhangi bir erkeğin bana neden baktığını merak ediyordum.

Sonra bu kadınlarda olmayan, erkeklerin uğruna cinayet işleyeceği bir şeye sahip olduğumu hatırladım. Kraliyet kanı.

Ağabeyimin aksine benim bir tacım yoktu. Minik bir taç bile takmıyordum.

Ağabeyimin bunu yapmasının bir nedeni vardı. Kendisinin tek hükümdar olduğunu ve altı adamdan herhangi birinin sırf benimle evlenerek taç takamayacağını bu yolla gösteriyordu.

Altı adama sırayla baktım.

Bir anlığına yüzlerini inceledikten sonra bakışlarımı kaçırdım.

Bunun bir parçası olmak istemiyordum. Yapabilseydim bu odadan da bu kaleden de kaçardım. Kaçıp sırra kadem basardım ama ağabeyim buna hayatta müsaade etmezdi.

Beni olabildiğince sıkı gözetim altında tutuyordu. Günün neredeyse her saniyesi izliyordu. Ben onun için bir ödüldüm. Büyük bir pazarlık kozuydum ve beni mümkün olduğunca yüksek bir fiyata satmaya kararlıydı.

Adamlardan biri, “Ekselansları,” dedi.

Dikkatimi vermeden onu dinliyordum. Bana değil, ağabeyime hitap ediyordu.

Ben sadece dikilerek güzel görünmek için burada bulunuyordum.

Ağabeyim kürsüden inerek sırayla her birini selamladı. Çoğunluk savaş lorduydu. İki tanesi şövalyeydi.

Ağabeyim bu yarışmayı duyurduğunda aday seçiminde çok titiz davranmıştı. Duyuruya cevap veren tüm krallar kibarca reddedilmişti.

Bir kralın müttefik olarak ona sağlayabileceği tüm güç ve avantajlara rağmen, Emet gölgede kalma riski çok büyük olduğu için herhangi bir rekabet istemiyordu.

Emet yarışmanın nasıl olacağını açıkladı.

Adil görünmeye çalışarak bu adamların sportmence bir şansları olduğuna inanmasını istese de galibi çoktan belirlediğini düşünüyordum.

Bu adamlardan biri, üç gün sonra bir sunakta onun yanında durduğumda beni eşi olarak alacağını biliyordu.

Bakışlarını hissedebiliyordum. Hiç düşünmeden başımı kaldırdığımda hepsi bana odaklandı.

O anda nasıl göründüğümü sorguladım. Acaba hevesli mi görünüyordum? Memnun mu duruyordum yoksa ifadesiz yüzümün ardındaki korkuyu görebiliyorlar mıydı?

Emet bana gülümsediğinde tepeden tırnağa ürperdiğimi hissettim.

“Elbette,” dedi.

“Hepiniz Prenses ile biraz vakit geçirebileceksiniz. Tabii ki gözetim altında.”

İçimden elbette dedim.

Çünkü bekâretim, en az varlığım kadar sıkı korunan bir şeydi. Emet ne olursa olsun bundan emin oluyordu.

Hem bu pazarlığın, teklifin bir parçasıydı. Ödül el değmemiş bir prensesti. Kirletilmemiş. Başka bir adamın elleri tarafından lekelenmemiş.

Kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tutuyordum. Adamların hepsi ikiyüzlüydü.

İstedikleri zaman sevişiyorlar, canları kimi çekerse onu alıyorlar, hatta hiç istemeyen kadınlara zorla sahip olarak onlara tecavüz ediyorlardı. Yine de bakirelerle, saflıkla ve namusla kafayı bozmuş durumdalardı.

Bu farkındalık midemi bulandırsa da bu dünyanın içinde yaşıyordum ve tutsak konumunda olduğum için bunu değiştirecek gücüm yoktu.

Emet biraz daha konuştuktan sonra fasıl bitti.

Herkesi dağıtıp bu akşamki şenliklerden önce dinlemeleri için onlara vakit verdi.

Emet yalnız kaldığımızda, “Kardeşim,” dedi. Cali bile odadan çıkarılmıştı.

“Ağabey,” diye cevap verdim.

“Sen…” Doğru kelimeyi bulamıyormuş gibi duraksadı. “Kayıtsız görünüyorsun.”

“Kayıtsız değilim,” diye cevap verdim. “Her zamanki gibi itaatkârım.”

Gözlerini üzerimde gezdirerek hafifçe sırıttı. “Öyle olsan iyi edersin,” diye mırıldandıktan sonra beni odada tek başıma bıraktı.

O odadan çıkar çıkmaz etrafımdaki hava zehrinden arınarak nihayet temizlenmiş gibi derin bir nefes aldım.

Alanda volta atmaya başladım.

Odanın dışında gardiyanlarımın beni beklediğini ve bu kapıdan çıktığım anda bana odama kadar eşlik edeceklerini biliyordum. Şimdiden içeride ne yaptığım konusunda huzursuzlanmış olmalılardı ama buna aldırmıyordum.

Etrafıma, tavandan sarkan nişanlara ve sancaklarımıza bakıyordum. Asıl tahtımız çalındığında Emet’in oydurduğu tahta.

Bizim için gelen öfkeli savaş lordunun eline geçmeden önce, kürklere ve kilimlere de bakıyordum.

Artık eski püskü görünüyorlardı. Vakti zamanında büyük güç sembolleri olarak görülen şeyler artık solmuşlardı.

Bir alâmet gibiydi. Belki bir kehanet.

Ailemiz bu toprakları bin yılı aşkın zamandır yönetiyordu ve artık sona yaklaşıyorduk. İyi yöneticiler olduğumuzu ve babamın iyi bir kral olduğunu söylersem yalan söylemiş olurdum.

Babam, tıpkı kendinden önceki dedem gibi bencil bir adamdı. Emet de ona çekmişti.

Yine de kimse onlara meydan okumamış, hatta buna yeltenmemişti bile.

Ta ki Kaldan’a kadar.

O bir anda ortaya çıkıvermişti.

Söylediklerine göre babam onu fazlasıyla hafife almıştı.

Sonuçta o yalnızca bir savaş lorduydu. Babam ise bir kraldı. Doğanın kanunlarına göre bir savaş lordunun kolayca yenilmesi gerekirdi ama yenilmedi.

Aralarında bir savaş peyda oldu.

Tam olarak ne kadar sürdüğünü bilmesem de Kaldan’ın daha akıllı ve stratejik davrandığını biliyordum. Savaş boyunca ciddi hatalar yapan babam, işin sonunda tacından oldu.

Kaldan savaşı kazanınca ben de onun sahip olacağı taçtaki başka bir mücevher olduğumdan, Kraliyet Hazine’sinin bir malıymışım gibi bir parşömen parçasına imza attım.

Yine de böyle bitmedi. Sonrasında tekrar olaylar yaşandı.

Babamın ya vicdanı rahat etmedi ya da büyük olasılıkla Kaldan’ı alt edebileceğini düşündü ama Kaldan babamın misillemesine merhametsizce ve fütursuzca karşılık verdi. Babamın başşehrini yok edip ordusunu imha etti.

Babamı nasıl öldürdüğünü bilmesem de bunu çıplak elleriyle yaptığını biliyorum.

Sonra bizim peşimize düştü. Emet’le benim peşime.

“Majesteleri.”

Zihnimin uzaklaştığı yerden dönerek gözlerimi kırpıştırarak arkamı döndüm.

Gelen bir kadın hizmetçiydi. Tam olarak emin olmamakla birlikte Emet’in casuslarından biri olduğunu düşünüyordum.

İçten görünen gülümsemesiyle, “Sizi ziyafet için hazırlamalıyız,” dedi.

Hızla başımı salladıktan sonra onu takip ettim. Bana karşı casusluk yaptığı için onu suçlayamazdım.

Bu meselede o da en az benim kadar kurbandı. Emet ne reddedilebilecek ne de pazarlık yapılabilecek türden bir adamdı. Tıpkı ben ve Emet’in sarayındaki herkes gibi, bu kadın da sırf hayatta kalabilmek için onun emirlerini yerine getiriyordu.

Odadan çıktığımız anda iki muhafızım da beni nefes alışlarını duyabileceğim kadar yakından takip etmeye başladı. Odam ağabeyimin odasının yanındaydı, gerçi ben odama zor sığmama rağmen onun genişçe bir süiti vardı.

Muhafızlar odamın önünde dururken hizmetçi kapıyı kapattıktan sonra öncesinde giyinme odası olan ama banyoya dönüştürülmüş banyoma girip küveti doldurmaya başladı.

Küçük bir yatak ve defalarca tamir edildikten sonra denemekten vazgeçtiğimiz gardırop dışındaki tek mobilyam, sert tahta sandalyeye oturdum. Emaneten duvara yaslanmış gardırobum artık her an çökme tehlikesiyle karşı karşıyaymış gibi duruyordu.

Küvet dolduğunda hizmetçi seslenince elbisemi çıkararak küvete girdim. Bildiğimiz büyüklükteki bir küvet değildi. Kese yapılırken dizlerimi göğsüme bastırarak oturmak zorunda kaldığım yuvarlak bir küvetti.

O an, o hâlde banyo yapmanın her dakikasından nefret ediyordum.

Çıplak ve savunmasız hissediyordum ama bunu fark eden hizmetçi bu rahatsız anları elinden geldiğince hızlı bitirmek için nazik davranıyordu. Ayrıca, mümkün olduğunca şefkatli hareket ederek işini etkili bir şekilde bitirmeye çalışıyordu.

Saçımı yıkayabilmesi için bacaklarımı kenardan sarkıtarak başımı suyun altına sokmam gerekiyordu. Banyonun en kötü kısmıydı.

Nihayet bittiğinde hızla ayağa kalkıp küvetten çıkarak kurulandım.

Eskiden olsa beni kurulamasına izin verirdim ama artık buna dayanamıyordum. Bana bir elbise uzattığını gördüğümde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Yeni bir elbiseydi. Diğerlerinden çok daha güzeldi. Emet bu talipler üzerinde büyük bir etki bırakmak istiyor olmalıydı.

Elbise beyazdı. Bembeyaz kumaşın üzerine incelikli altın işlemeler yapılmıştı. Çok güzeldi. Hizmetçi içine girmem için tuttuğunda elbisenin ne kadar ağır olduğunu fark ettim.

Çok ağırdı. Sahiden çok ağırdı.

Üzerime yaptığı ağırlıkla hareketlerimi kısıtlıyor gibiydi.

Hizmetçi düğmelerimi iliklerken, elbisenin yeni olmadığını üzerime oturuşundan hissedebiliyordum. Tıpkı diğer elbiselerim gibi ikinci eldi.

Sonra saçımı yapmaya başladı. Saçlarımı havluyla kuruladıktan sonra başımın etrafında taç gibi dolanan harika bir örgü yaptı.

Aynadaki yansımama bakınca ilk defa güzelliğimi görebildiğimde kalbim tekledi. Bundan nefret ettiğim için yumruklarımı iyice sıktım.

Böyle görünerek cazibemi artırıp kendimi olduğumdan daha büyük bir ödül hâline getirdiğim için ne güzel olmak ne de çekici görünmek istiyordum.

“Hazır mısın?” Ağabeyimin sesini duyduğumda olduğum yerde sıçradım.

“Evet,” dedim.

Beni tepeden tırnağa süzdü. O da yeni bir pelerin giymişti. Üzerindeki kürk öyle yumuşak görünüyordu ki uzanıp dokunmak istesem de buna cesaretim yoktu.

Ağabeyim yürüdüğümüz sırada, “Tüm bunların ne anlama geldiğini anlıyor musun?” diye sordu. Arkamızdaki muhafızlar, gerekirse krallarını korumaya hazır şekilde üç adım geriden yürüyordu.

“Anlıyorum,” diye cevap verdim.

Durup bileğimi kavrayınca sıkı tutuşunun etkisiyle yüzümü buruşturdum. “Eğer bu işi eline yüzüne bulaştırırsan,” dedi. “Eğer planımı riske atacak bir şey yaparsan…”

Anında, “Yapmayacağım,” dedim.

“Yapmasan iyi edersin, çünkü olur da yaparsan burnundan fitil fitil getiririm,” diye hırladı.

Önüne baktığında bizi izleyen insanlar olduğunu fark ettim.

“İnandırıcı oyna, Arbella. Çekici olup gülümseyerek bu adamlara bir değerin olduğunu kanıtla.”

Dişlerimi sıkmama rağmen başımı onaylarcasına salladım.

“Ve ne yaparsan yap, sakın bir fahişe gibi davranayım deme,” diye ekledi.

Gözlerimi sıkıca kapattım. Sanki daha önce böyle bir şey yapmışım gibi konuşuyordu. Sanki hayatım boyunca bir erkeğin yanına yaklaşmışım gibi.

“Bekâretin bir ödül. Onları cezbet.”

Mide bulandırıcı sözleri üzerine kolumu elinden kurtardığımda, eğer izlenmiyor olsaydık, yüzündeki ifadeden küstahlığım yüzünden bana tokat atacağını anladım.

Bana son bir bakış attıktan sonra önden yürüyünce ona yetişmek için acele etmek zorunda kaldım.

Salona girdiğimiz anda herkes bizim için ayağa kalktı. Altı talip salonun etrafına yayılmış vaziyette ama herkes benim sandalyemin nerede olduğunu oldukça net görebiliyordu.

Emet sandalyeme kadar bana eşlik ederek oturmam için sandalyeyi çekti.

Eteklerimi bacağımın arkasından tutarak bir köpek misali itaatkâr bir tavırla sandalyeme oturdum. Emet bunun üzerine en güvendiği danışmanlarını yanımda bırakıp kendi tahtına oturmak üzere uzaklaştı.

Beni resmen taliplerin önünde güneş ışığında parlayacak bir mücevher edasıyla sallıyor ama bir yandan da susuzluklarını giderecek kadar yaklaşamayacakları mesafede tutuyordu.

Etrafımdaki konuşmaları belli belirsiz dinleyerek sessizce yemek yemeye koyuldum. Normalde Emet yalnız yemek yememi emrederdi, bu yüzden bu yalnızca alışılmadık değil aynı zamanda huzursuzluk vericiydi. Ayrıca benim konuşabileceğim herhangi bir konu yoktu.

Kaldı ki, ağabeyim fikirlere sahip bir prensesi kimsenin umursamayacağı gerçeğini kafama yıllarca itinayla kakmıştı.

Biri, “Ne düşünüyorsunuz, Prenses Arbella?” diye sorduğunda başımı kaldırıp tanımadığım bir adamla göz göze geldim.

Adam taliplerimden biriydi. Adı Vesak idi. Bu esnada ağabeyimin bakışlarının anında bana döndüğünü hissettim.

Sessizce, “Konuşmaya kendimi vermediğim için üzgünüm,” dedim.

Cevabım üzerine birkaç kişi gülümsedi.

Gülümsemeleri, sohbete dikkatini bile veremeyecek kadar basit bir prensesi küçümsüyorlarmış gibi samimiyetsizdi.

Yüzüme bakarak, “Avcılıkla ilgili konuşuyorduk. Sever misiniz?” diye sordu.

Ellerimi kucağıma koyup tırnaklarımı avuç içlerime geçirdim.

“Hiç ava çıkmadım,” diye itiraf ettim.

“Nasıl hiç?” diye yanıtladı. “Aynı rütbeyi paylaştığım birinin ava hiç çıkmamış olması utanç verici. Hatta şok edici.”

Ağabeyim anında, “Prenses bu tür arayışlarla riske atılamayacak kadar değerli,” diyerek araya girdi.

“Eğer yaralanırsa…”

Vesak, “Ava çıkmak ister misiniz? Bir geyiği kovalamak oldukça heyecan vericidir,” dedi.

Bir anlığına ağabeyime baktıktan sonra gözlerimi kaçırdım.

“Böyle bir fırsat doğru koşullarda sunulsaydı reddetmezdim ama ağabeyimin beni koruma ve güvenlikle muhafaza etme isteğine saygı duymam gerekir.”

Her ne kadar diplomatik bir tavır takınmaya çalışsam da ağabeyimin bu isteğinin benim iyiliğimle ilgili bir endişeden kaynaklanmadığını herkesin bildiğinin farkındaydım.

Herkes gülümsüyordu. Ağabeyim bile yarım ağız gülümsediğine göre cevabımla onları tatmin etmiş olmalıydım.

O noktadan sonra konuşmayı takip etmeye karar verdim.

Hem tekrar boş bulunmak istemiyordum hem de herkesin benim yalnızca güzel bir yüzden ibaret aptal bir kadın olduğumu, başka hiçbir şey ifade etmediğimi, beynimin, fikirlerimin, bacak aramdaki dışında katkıda bulunabilecek hiçbir şeyim olmadığını düşünmesinden bıkmıştım.

Nihayet yemeğin bitmesiyle Emet çekilmem için başını salladığında, salondan yavaşça çıkıp her adımımda nefesi ensemdeki muhafızlarımın eşliğinde, hızla yatak odamın görece yalnızlığına doğru yürümeye başladım.

İçimden çığlıklar atarak kapıyı kapatırken gözyaşlarım bardaktan boşanırcasına akmaya başladı.

Saçımdaki örgüyü yolmaya başladım. Üzerimdeki elbiseyi yırtıp atmak istesem de elbisenin modeli yüzünden içinden çıkamadığım için kendimi elbisenin içine hapsolmuş bir fare gibi hissediyordum.

Dışarıda yağan şiddetli yağmuru, çakan şimşekleri ve gök gürültüsünü duyabiliyordum.

Tanrılar acımı hissediyormuş gibi onlar da tüm bu olanlara öfkelerini gösteriyor gibiydi, gelgelelim bunun mümkün olmadığını içten içe biliyordum.

Bunun yalnızca hayal dünyamdan ibaret olduğunun farkındaydım.

Tanrılar beni kurtarmayacaktı. Kimse beni kurtarmayacaktı. Benim geleceğim ve hayatım bu gerçeklikti.

Her zaman başkaları için hazırlanan, yalnızca soylu kanım ve sağlayabileceklerim için istenen ve benliği hiçbir zaman görülmeyen bir kadın olacaktım.

Hizmetçi geldiğinde gözyaşlarım dinmiş, yüzüm ifadesiz bir hâl almıştı.

Yine ağabeyimin istediği gibi mükemmel, itaatkâr bir prensese dönmüştüm.

Ve bana kimin sahip olacağına dair yarışma yarın başlayacaktı.

***

Protokoldeydik.

Etrafımızdaki ipek perdeler, fırtınadan dolayı hâlâ şiddetini koruyan rüzgârlardan bizi neredeyse hiç korumuyordu.

Aşağıdaki arenada taliplerimin hepsi en iyi zırhlarını kuşanmış, kasıla kasıla atlarıyla dolaşıyordu.

Mesele bu denli ciddi olmasaydı, bu adamların yapay yiğitlikleri karşısında gülebilirdim. En iyi olmaya kararlı bu adamlar, tavus kuşu misali renklerini ve kuyruklarını sunuyordu.

Ağabeyim dudaklarını hafifçe bükerek her birini dikkatle izliyordu. Tüm bunlar onu da eğlendiriyor gibiydi. Yanındaki Cali, ağabeyimin tahtının koluna yaslanıyordu. Şimdiden sıkıldığı belliydi.

Hizmetçi Cali’nin onu dün gece çok kızdırdığını ve yatağa gönderdiğini söylemişti.

Gece boyunca ağabeyimin onu becerme seslerine ve Cali’nin iğrenç çığlıklarına maruz kalmıştım.

Emet, “Dik otur,” diye çıkıştığı anda Cali doğruldu.

Emet kendini en yüce krallardan biri gibi göstermek istemesine rağmen, Cali ona karşı yeterince saygı göstermeyerek ya da söylediklerine tam olarak uymayarak ağabeyimi kızdırıyordu.

Ağabeyimin yanında bir dakika daha oturmaya tahammülüm kalmadığı için ayakta duruyordum. Arenadaki adamları izlediğim pek söylenemezdi. Tüm dikkatim manzarada yılan gibi kıvrılan, beni âdeta cezbederek yanına çağıran dağlardaydı.

Bazen dağlara ulaşabilirsem, o kadar uzağa gidebilirsem güvende olacağıma tüm saflığımla inanıyordum.

Emet yanıma gelip kolunu benim kolumun yanına koydu.

Kürklü peleriniyle muhtemelen üşümüyordu ama benim üzerimdeki elbise esintiye karşı belli belirsiz koruma sağlıyordu. Ama güzel görünüyordum ve önemli olan da buydu.

Sessizce, “Bugün her biriyle on dakikalığına görüşeceksin,” dedi.

“Ama bu senin seçim yapman için bir fırsat değil, duydun mu beni?”

Gözlerimi kaçırarak, “Evet,” dedim.

“Sadece ben nihai kararımı vermeden önce ödülü görmeleri adına onlara kısa bir süre tanıyacağız.”

Başımı onaylarcasına salladım.

Benden açıkça ödül olarak bahsediyordu. Şerefsiz herif.

“Manox görüşmeler esnasında odada olacak,” dedi. Herhangi bir tepki vermedim. Başka birinin yerine Manox’u seçtiği için mutluydum.

Hiçbir nedenim olmamasına rağmen onun yanında daha güvende hissediyordum. Diğerleri kadar akbaba ya da saldırmaya hazır bir yılan gibi hissettirmiyordu.

Kılıç seslerinin Emet’in dikkatini çekmesi üzere, taliplerimin sahte bir düelloda, Emet’in ordusundaki altı askere karşı hünerlerini ve kılıç ustalıklarını sergilemesini izlemeye başladık.

Sinir bozucu derecede uzun bir süre yanımda durduktan sonra neyse ki sıkılıp tahtına dönmeye karar verdi.

Düello bittikten sonra Emet onların atlarını zıplatarak gösteri yapmasını istedi.

Emet bunu adamlarla dalga geçmek için bir oyun olarak yapıyor olsa da adamlar bunun farkında değildi. Tek gördükleri bendim.

Ağabeyim, öğleden sonraki at yarışı için ovada bir yer ayarladı.

Hepimiz yerlerimizi alıp atlarını kırbaçlamalarını, olabildiğince hızlı dörtnala koşmalarını, layık olduklarını, en iyi olduklarını ve kazanmayı hak ettiklerini kanıtlamak için umutsuzca çabalamalarını izledik.

Yarışı bir savaş lordu birkaç metre farkla kazandı.

Adı Tonath olmalıydı.

Gözlerimin içine baktığında ürperdiğimi hissettim.

Aslında hepsinden korkuyor olsam da muhtemelen en çok ondan korkuyordum. Çünkü taliplerimin arasındaki en cüsseli erkek oydu. Ağabeyim dâhil kimin yanında dursa, karşısındaki küçücük görünüyordu.

Ona baktığımda kanım âdeta donarken, bedenim anlayamadığım bir mesaj vermeye çalışıyormuş gibi nefesimi boğazımda düğümlüyordu.

Hoş, anlasam bile bir şey fark etmeyecekti. Emet onu seçerse, onunla evlenip zamanı geldiğinde onun altına yatmak zorunda kalacaktım.

Yarıştan sonra ağabeyim hepsiyle görüştü. Her biriyle kişisel olarak.

Odada onlardan başka kimse yoktu. Konuşulanları başka kimse duyamazdı. Ağabeyimin onlarla pazarlık yaparak ne kadar ödemeye hazır olduklarını öğrendiğini adım gibi biliyordum.

Ne sahte düellolar, ne binicilik, ne de yarınki büyük turnuva; asıl yarışma buradaydı.

Görüşmeler çok uzun sürdüğü için ziyafettekiler onları beklemek durumunda kalıyordu.

Sabırla oturup yemeklerin soğumasını izliyorduk. Emet gelene kadar kimse ağzına lokma sürmeye, hatta su içmeye bile cesaret edemiyordu.

Ağabeyimin yanında Luxley adında bir savaş lordu vardı, belli ki adamın söyledikleri tüm saray halkını bekletmesine değecek kadar ilgi çekiciydi.

Kafamı kaldırmasam da diğer beş talibin beni izlediğini hissedebiliyordum.

Hiçbir şey yapmıyordum.

Orada öylece oturup onların çirkin bakışlarına tahammül ederek mükemmel prenses rolünü oynasam da içimde umutsuzluk fırtınaları kopuyordu.

Emet nihayet aheste aheste salona girdiğinde herkes hızla ayağa kalkıp ona selam verdi.

Sırıtarak saray halkına selam verdikten sonra benimle göz göze geldi. Bedenimi saran ürpermeyi saklamak için tüm irademi zorladım. Yüzünde muzaffer bir ifade vardı. Luxley denen adamla ne konuştuysa kesinlikle memnun kalmıştı.

Bu akşam yanımda oturarak sevgi dolu ağabey rolü kesmeye karar vermişti.

Belki de dünkü cevaplarım onu huzursuz ettiği için bugün sohbeti kontrol ederek, onun sözde koruması altındaki varlığımla ilgili daha fazla utanç verici gerçeği ortaya çıkarmadığımdan emin olacaktı.

Emet yemeğe başlamamız için işaret verdiğinde kimse vakit kaybetmedi. Seramiğe çarpan metalin sesi yankılanırken salonu büyük bir gevezelik uğultusu sardı.

Emet benimle konuşmuyordu.

O etrafımızdaki insanlarla sohbet ederken, ben de sıcak hâliyle lezzetli olabilecek soğuk eti yemeye odaklandım. Başlangıç faslı bittiğinde Emet bir hizmetçiye başını sallayınca çift taraflı kapılar açıldı.

O anda dansçılar salona doluştu.

Salondaki herkes dikkatini dönerek giriş yapan dansçılara çevirdi. Dansçılar çok güzeldi. Bir kadın ve bir erkek çiftinden oluşan dansçılar mükemmel bir uyum içinde dans ediyordu. Hayatım boyunca böyle bir eğlence görmemiştim.

Emet’in bu adamları cezbetmek için elinden geleni yaptığı, doğru kişiyi ayartıp davasına dâhil etmek için tüm kozlarını oynadığı çok açıktı.

Gözlerin üzerimde olduğunu ve dansçıları izlemeyen tek adamın Tonath olduğunu fark ettim.

Ben ona bakarken yüzümü incelediğini görünce, utançtan kızardığımı hissederek gözlerimi kaçırdım.

Tatlılar servis edilirken Emet önüme pasta tabağı koydu.

Salondaki taliplerimi inandırmak uğruna hiçbir fırsatı kaçırmayan Emet, bu akşam sahiden de ilgili ağabey rolünü oynuyordu.

Canım istediği için değil ama onu reddedemeyeceğim için pastayı yemeye başladım. Onu asla geri çeviremezdim. Sonuçlarını adım gibi biliyordum.

Pasta boğazımda kalsa da onu öksürerek çıkarmamak için tüm çabamı harcadım.

Ziyafet bittiğinde ayağa kalkmasıyla herkes onu takip etti.

Herkese iyi geceler dedikten sonra, rolü gereği bana salon çıkışına kadar eşlik etti.

O anda gerçeklik vurdu. Taliplerimin her biriyle görüşmeme ramak kalmıştı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok