İyilik Meleği A.Ş.:Kristal Komutan - Kitap kapağı

İyilik Meleği A.Ş.:Kristal Komutan

F.R. Black

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Charlie mükemmel bir hayatı olduğunu düşünüyordu. New York'un en seksi dans eğitmeni Tanner Francis'le tanışmakla kalmamış, birbirlerine deli gibi aşık olmuşlardı. Charlie'nin Broadway'in bir sonraki büyük yıldızı olabilmesi için New York'a taşınmaya karar vermişlerdi. Ancak Tanner'ın Charlie'nin yedek dansçılarıyla yattığını öğrendiği an tüm hayalleri yerle bir oldu. Kalbi kırık ve beş parasız kalmıştır. İyilik Meleği A.Ş. adlı bir realite şovuna davet edilmekten başka hiçbir imkanı yoktur...

Fazla göster

33 Chapters

Chapter 1

Bölüm 1

Chapter 2

Bölüm 2

Chapter 3

Bölüm 3

Chapter 4

Bölüm 4
Fazla göster

Bölüm 1

Üçüncü Kitap: Kristal Komutan

Charlie

Eski otobüsten indim ve büyük güneş gözlüklerimi ayarlayarak derin bir nefes aldım. Kendi kendime, “Cehenneme hoş geldin,” diye mırıldandım. Güney’i seviyordum ama beş kuruşsuz ve kalbim kırıkken, tükenmiş ve en önemlisi yalnızken buradan keyif almıyordum.

Sevgili, tatlı annemin bilgece sözleri vardı.

“Bebeğim, Güneyli güzel kadınlar sadece bakılacak güzellikte değiller. Hayır, biz bundan çok daha fazlasıyız. Biz; güzel görünmek, zarafet ve eski dünyanın cazibesini ön plana çıkarmak için yetiştirildik. Ama tüm bunlara rağmen aykırı olabiliriz.”

Annem her zaman, olmak istediğimizde aykırı kadınlar olabildiğimizi söylerdi.

Bu bizim gücümüz, ayrıcalığımızdı.

Hoş tavırlar sadece bir yanılsamaydı, bu sadece jilet keskinliğindeki dişlerini sadakatsiz ete saplamaya hazır kara mambayı saklamak için bir kılıftı.

Damarlarımda dolaşan, köpüren öfkeyi bastırarak, başım dik yürüyordum.

Kavurucu güneş, neredeyse benimle alay edercesine bir spot ışığı gibi üzerimde parlıyordu. Charlie Wilford, Montgomery, Alabama’nın sansasyon yaratan step dansçısı. Broadway’in en ünlü yıldızı.

Akademinin 100. yılında yapılan, bugüne kadarki en büyük gösterisinde yer almıştım.

“Hey, bebek! Gideceğin yere kadar bırakayım mı?”

Bakmadan, kolumu kaldırdım ve bunu her kim teklif ettiyse hiç düşünmeden onu tersledim. Kötü çocuk rolleri kesecek bir köylüyü çekecek havada değildim.

Blue Spring, Alabama’daki hiçliğin ortasındaki bu eski toprak yola daha yeni ayak basmıştım.

Bir zamanlar deneyimlediğim mükemmelliğin hafif tadını taşıyan, kaçtığım şehirden çok daha farklı olan bu kasabadan nefret ediyordum.

Her şey göz açıp kapayıncaya ya da nişanlımın New York’taki evinin kapısını açana kadar ellerimin arasından kayıp gitmişti.

Gözlerimin acıdığını hissedince, aklıma kötü bir alamet gelmiş gibi zihnimdeki düşünceleri uzaklaştırdım.

Gözlerimi güneşten koruyarak yürüyordum. Kuzenim Linda’yı bizzat tanımıyordum ama anne tarafından akrabamdı ve buralara yakın büyük bir çiftlik evinde yaşıyordu.

Annem öldüğünden beri, ailesiyle tüm iletişimimi yitirmiştim. Hayatta kalan birkaç akrabam vardı ve şu an elimde adresi olan tek kişi Linda idi.

Bu durumda olmaktan, ne yapacağıma karar verene kadar başkasından iyilik dilenmek zorunda kalmaktan nefret ediyordum. Savunmasız, öylece ortada olmaktan nefret ediyordum.

Annemin ölümüyle, aldatıcı şeytan Tanner Fraiser’e karşı savunmasız kalmıştım.

“Tatlım, selam. Gideceğin yere bırakayım mı?” Boyası dökülmüş ve paslanmış, 70’lerin eski bir Ford F100’ünün içinden bir adam seslendi. “Senin gibi güzel bir şey tek başına buralarda yürümemeli. Timsahlar bu bölgede başıboş dolaşıyor.”

Ona bakınca kötü görünmediğini fark ettim. Hatta, eski ben olsaydım, flört edebileceğim biriydi. Ama yeni ben, bir daha asla kötü çapkın çocuklarla çıkmayacaktı.

Çapkın gülüşünden ve dövmelerinden etrafındaki uçuşan uyarı niteliğindeki kırmızı bayrakları görebiliyordum, bu yüzden ona gönül rahatlığıyla kötü davranabilirdim.

Bir daha asla bu tongaya düşmeyecektim.

“Hayır, teşekkür ederim. Böyle iyiyim,” dedim ve koyu kahverengi bavulumu daha iyi kavrayarak yürümeye devam ettim.

Kısa, kesik bir şort ve dar beyaz bir tişört giyinmiştim, bu yüzden ısrarcı olduğu için onu suçlayamazdım. Otobüs bileti ve yemek için, pembe gitarım da dahil her şeyimi satmak zorunda kalmıştım.

“Hadi, izin ver kabalığımı telafi edeyim. Seni gitmek istediğin yere kadar götüreceğim,” dedi adam, benim hızlı yürüyüşüme yetişmek için motorunu gazlarken.

Ona bakıp gülümsedim. “Eğer bir daha aynı şeyi sorarsan bu elimdeki bavulu alır kıçına sokarım. Bunu hem de sadece pencerenden yaparım.”

Ona attığım ölümcül bakış, bir odunu tutuşturmaya yetecek nitelikteydi.

“Lanet olsun,” dedi. “Kalbi kırık bir kadından daha tehlikelisi yoktur. İyi günler,” dedi ve patinaj çekerek yerden bir sürü toz kaldırdı.

“Pislik!” Öksürdüm ve beni göremese de ona el hareketi çektim. Kahverengi toz bulutunun içinde yürürken daha çok öksürdüm, tozlar ciğerlerime doldu.

“Harika, Charlie,” diye kendi kendime tısladım ve ağzımdaki pisliği tükürdüm. “Şu yaptığına bir bak. Kalbin kırık diye muhtemelen bu küçük kasabada çalışan bir araca sahip olan tek kişiyi kızdırdın.”

Durup bavulumu bıraktım ve temizlemek için gözlüklerimi çıkardım.

“Çünkü, ünlü dans hocasına âşık olup kariyerini mahvetmek zorundaydın, değil mi? Neden annemi dinlememiştim ki? Hep iyi bir adam bul, yakışıklı olanlar asla tatmin olmaz derdi,” dedim kendi kendime gözyaşlarımı tutarak.

“İyi bir adama ihtiyacım var, zarif, gerçek bir beyefendi olarak kendini yetiştirmiş birine. “Bu ‘dövmeli ve kaslı vücudu olan kötü çocuk’ profilinden illallah ettim. Bu tipler her zaman çok tatlı konuşur, duymak istediğin şeyleri söyler ve sonra gidip en yakın arkadaşınla yatarlar.”

Kesik şortumun cebinden bir mektup çıkardım.

Dünkü gösterimi kaçırmıştım. Dün sabah çıkmadan önce İyilik Meleği A.Ş.’den oyunculuk teklifi almıştım. Üzerinde adımın yazılı olduğu mektubu dans stüdyosundaki eşyalarımın arasında bulmuştum.

Muhtemelen pek bir şey ödemeyeceklerdi.

Buruşuk mektubu açıp iç çektim. Bu muhtemelen, uzaklaştırma emri yüzünden beni kovan akademiden gelen bir tavsiye üzerineydi. Görünüşe göre, Tanner’ın morarmış gözünü gördüklerinde, gözleri korkmuştu.

Ve... Ayrıca yeni Bentley Bentayga'sını da parçalamıştım.

Muhtemelen bensiz berbat bir gösteri olmuştu. İyilik Meleği A.Ş.’nin işe alımcılarına durumumu da muhakkak anlatmışlardı.

Mektup, dans geçmişim hakkında birçok detayı içeriyor ve annemin vefatından duydukları üzüntüyü ifade ediyordu. Garip ama düşünceli bir içerikti.

Gerçekten de oyunculuk işi için doğru mental düzlemde değildim.

Kendime zaman ayırıp hayattan ne istediğime odaklanmalıydım. Belki sırt çantasıyla dünyayı gezer ya da yurt dışına okumaya giderdim. Yakışıklı, gerçekçi bir profesörle tanışabilirdim.

Kayaları ve antik yapıları tartışabilirdik.

Belki eski uzaylılar hakkında bir şeyler öğrenirdik.

Bu da bir fikirdi!

Tanner Fraiser'a kimin ihtiyacı vardı?

Mektubu cebime geri koydum ve alnımdaki teri sildim. Kaçışımı planlamadan önce kuzenimin evini bulmam gerekiyordu.

Bavulumu alıp sıcak, tozlu yolda uzun bir yürüyüşe koyuldum. Omuzlarım ağrımaya ve ayakkabımın topukları vurmaya başladı.

İyi durumda değildim ama geceyi Güneyli yaratıklarla geçirmek istemiyorsam yola devam etmeliydim.

Bu düşünceyle titredim, hayır, almayayım, dedim kendi kendime.

Bir ses duydum ve kırk dakikalık yürüyüşümden dolayı kesilen nefesimle duraksadım. Arkama baktım ve bir toz bulutu gördüm. Bir araba hızla bana doğru geliyordu.

Yüzümü buruşturdum. Bu benim tek şansım olabilirdi. Kamyondaki adamın beni almasına izin vermeliydim. Kuzenimin evine bildiğim kadarıyla birkaç saatlik daha yolum vardı.

Ve o zamana kadar susuzluktan ölebilirdim.

Bu yüzden yapmak istemediğim tek şeyi yaptım. Başparmağım yukarıdayken kolumu uzattım.

Otostop çekiyordum.

Lütfen katil olma ve yüzümü maske olarak kullanma niyetiyle beni ıssız bir çiftliğe götürme.

Beklentiyle toz bulutuna bakıyordum. “Tanrım,” diye mırıldanıp gözlüklerimi çıkardım. Kaşlarımı çattım. Bu adam çok hızlı gidiyordu, beni görmeyebilirdi bile. Biraz gerildim ve bana çarpacağından korkarak çimenlik alana çıktım.

Kim olduğunu umursamadan, kaldırdığı toz bulutlarının arasından beni fark etmesi umuduyla kolumu salladım. Araba yanımdan geçerken nefesimi tuttum ve geriye sıçradım, sonra korkunç bir ses çıkararak frene bastı.

Tüm toz ve kirden öksürmeye başladığımda kalbim hızla atıyordu.

Gözlerimi kıstım ve büyük ihtimalle arabaya ihtiyacım olup olmadığını sormak için geri geri geldiğini gördüm. Gergindim ve kafam biraz karışmıştı. Görüş alanıma giren araba, şimdiye kadar gördüğüm en gösterişli beyaz spor arabaydı.

Televizyonda gösterilse bile gelecekten bir araba olduğunu düşündürtecek cinstendi.

Bu tarz bir arabayı her kim kullanıyorsa, etrafına çılgın bir enerji yayıyor olmalıydı.

Ayrıca üstü açılabilen bir araba olduğunu fark ettim.

Sürücü koltuğunda oturan kişiyi gördüğümde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Sürücü bir adam değil, çarpıcı görünen yaşlı bir kadındı.

Gümüş saçlarının etrafında siyah beyaz bir eşarp vardı ve büyük siyah bir güneş gözlüğü takmıştı. Gözlüğünü indirdi ve bana tekrar bakarken canlı kırmızı renkte dudakları bir gülümsemeye dönüştü.

Nutkum tutuldu.

Böyle bir kadının burada ne işi vardı?

Hele ki böylesine küçük bir kasabada?

“Merhaba şekerim. Arabaya ihtiyacın var gibi görünüyor?”

Başımı salladığımı düşündüm.

“Susadın mı?” diye sordu.

Kaşlarımı çattım. “Biraz, te-teşekkür ederim hanımefendi,” dedim.

Çok garipti.

Kıkırdayıp ön paneldeki bir düğmeye bastı ve araba yanıp sönen ışıklar eşliğinde garip sesler çıkardı. Bu nasıl bir arabaydı böyle?

Audrey Hepburn filminden fırlamış gibi görünen bu kadın da kimdi? Kadın bir düğmeye bastı ve içinde içecek bulunan bir bölme açıldı. Bölmeden köpüklü martini çıkarırken ağzım açık kaldı.

“Bence biraz daha güçlü bir şeye ihtiyacın olabilir, canım,” dedi gülümseyerek ve martiniye oldukça büyük bir yeşil zeytin attı.

“Sanırım halüsinasyon görüyorum,” dedim, hissettiğim şaşkınlıkla.

Kadın martinin birazını küçük bir içki bardağına aktardı. “Güvenli olduğunu bilmeden birinden asla içki almazsın, elbette.” Bardağı tek seferde dikti ve gülümsedi. “Gel, seninle konuşacak çok şeyimiz var.”

“Öyle mi?”

“Bavulunu arkaya koy ve bin evlat,” diye emretti sabırsız bir sesle.

Nedenini bilmiyordum ama dediğini yaptım. Arabanın içinin kraliyet mavisi çarpıcı rengini görebiliyor ve derinin zengin kokusunu alabiliyordum. Arabaya bindim ve sakinleştirici bir nefes alırken kapıyı kapattım.

Bu garip kadından içki almamalıydım, ama şu an inanılmaz istiyordum. Muhtemelen bunun için hemen hemen her şeyi yapabilirdim.

Banyo tuzları, ben geliyordum!

Sadece şakaydı.

“Al, iç bakalım, Charlie,” dedi.

İçkiyi alıp ona bir bakış attım. “Az önce bana ne dedin?” diye sordum.

“Charlie Wilford. Senin hakkında çok şey biliyorum.”

Yapmamam gerektiğini bilsem de kokteylden büyük bir yudum alarak güneşin beynimi ve algımı kızarttığını düşündüm. “Üzgünüm ama az önce benim hakkımda çok şey bildiğini mi söyledin?”

Burada neler oluyordu?

Belki ona beni Susam Sokağı’na bırakmasını söyleyebilirdim.

Beni düşüncelerimden ayırarak gözlerini üzerime dikti. “Ben İyilik Meleği A.Ş.’denim. Cebindeki mektupta yazan, hani?”

Cebimdeki mektup mu?

Bunun aldığım iş teklifi olduğunu anlayınca gözlerim büyüdü. “Ah!” Ağzımı kapattım. “Beni almak için mi buraya geldin? Nerede olduğumu nasıl bildin? Ve neden?”

Mükemmel manikürüne bakarken gülümsüyordu.

“Aslında bunu Pierce'ın yapması gerekiyordu ama o diğer kızlarla birlikte. Genelde oyuncu çıkarmaya hiç gelmem. Ayrıca kıymetli arabasını kullandığım için pek mutlu değil. Seni dün çağırmıştık biliyor musun? Ciddiye alınmamamızdan nefret ediyorum.”

Arabadan inip inmemem gerektiğini düşünürken suskun kaldım. “Özür dilerim, gelecektim ama,” deyip, Tanner’ın çıplak vücudunun üzerindeki kadını gördüğüm sahneler zihnimde canlanırken durdum, “Hayat araya girdi.”

“Ah, evet, hayat. Şanslısın ki, sana yeni bir şans sunuyorum,” dedi ve bana bakmak için güneş gözlüklerini çıkardı. “Bu hayatta bir kez yaşanabilecek bir deneyim.”

Ona baktım. “Ne? Pierce da kim?”

“Pierce'la yakında tanışacaksın. Ben bunu sen olmadan yapmaya hazırdım ama Pierce her zaman kızları seçme konusunda ustadır. Güneyli kökeninin bu görev için ideal olacağını düşünüyor gibi görünüyor,” dedi ve başını bana doğru eğdi.

“Haklı olabileceğini söylemeliyim. Güneyli kökenin işe yaramasa da görünüşün fark yaratabilir.”

Bir saniye, bir saniye.

“Üzgünüm, hanımefendi, ama bu çok garip. Bunca yolu beni bu gösteri için almaya geldiğine inanamıyorum. Oyunculuk mu? Televizyon mu? Bunun neyle ilgili olduğu konusunda emin değilim.”

“Eh, bunu burada, sıcak güneşin altında tartışamayız, değil mi?”

Ona bir baktım. “Herhangi bir yerde uçağın mı var?”

“Daha iyisi.” Bana bir belge uzattı. “Ama öncesinde bunu imzalaman gerek, yoksa seni hiçbir yere götüremem. Genel merkeze geçmemiz gerekiyor.”

Bana bakarken kaşlarımı çattım. “Bu bir sözleşme mi?”

“Evet, evlat, şimdi acele et.”

Alacakaranlık kuşağında olduğumu hissederek, “Henüz hiçbir şeyi kabul etmedim,” dedim. “Neye imza attığımı bilmeden hiçbir şeye imza atamam.”

Değil mi, yani?

Bunu bir çocuk bile bilirdi.

“Elbette yapabilirsin, bana güven. Bir macera istiyorsan, sözleşmeyi imzalaman gerek, ama eğer istiyorsan seni kuzeninin yanına bırakırım.”

“Ki bu kötü bir fikir olabilir, kocası hapisten yeni çıkmış ve genç kadınlardan hoşlanıyor,” dedi çok ciddi bir şekilde.

Yutkundum.

“Bunu nereden biliyorsun?” diye sordum, nabzımın hızlandığını hissederek.

“Sözleşmeyi imzala. Pişman olmayacaksın Charlie.”

Sözleşmeye baktım, annemin, imzalarsam ne kadar aptal olduğumu söyleyen sesini duyabiliyordum.

Ama bu kadında ona güvenmemi sağlayan bir şey vardı, onun tok sesi neredeyse korkularımı hafifletiyordu.

İmzaladım.

Titredim, o an boyumu aşan bir şeye karışmışım gibi hissediyordum. Ona bakıp, “Şimdi ne olacak?” diye sordum.

Ellerini çırptı. “Bekle, evlat. Hayallerini gerçekleştirmek üzereyim…”

Vücudum karıncalanmaya başladığında ona gülümsedim. İçeceğime bir şey koymadığını umarak nefesimi tuttum. “Bana ilaç mı verdin?!”

Tek duyduğum, “Derin bir nefes al, bu biraz acıtabilir,” demesiydi.

Sonrası karanlıktı.

Derin bir karanlık.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok