Teknoloji Milyarderinin Asistanı - Kitap kapağı

Teknoloji Milyarderinin Asistanı

Sunflowerblerd

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Octavia Wilde, patronunun ne mal bir insan olduğunu çok iyi biliyor: Sadece ona ters yapan insanların varlığını fark eden acımasız bir milyarder. Raemon Kentworth bu yönünü asla saklamadı. Zaten neden uğraşsın ki? Raemon gezegendeki en seksi adamlardan biri ve eli sallasa ellisi. Çalışanlarını umursamak için vakti yok... Octavia'yla karşılanıncaya kadar.

Yaş Sınırlaması: 18+

Fazla göster

Bölüm 1: Kafelerdeki Yabancılarla Sohbet Etmek Başına Bela Açabilir

Octavia Wilde, sandalyesinde arkasına yaslanıp kollarını başının üzerine uzattı.

Sessizce kısa bir şekilde esnedi, ellerini kucağına bıraktı ve bilgisayar ekranındaki sayısız kod satırını hevesle inceledi.

Yazdığı kod tam planladığı gibi sorunsuz çalıştığında her zaman olduğu gibi keyifli hissetti.

Son beş saatini dizüstü bilgisayarının karşısında oturup kahve içerek geçirdikten sonra, kalçası adeta oturduğu sandalyeyle bütünleşmişti.

Bu yüzden eğer yazdığı kodu çalıştırdığında sonuç beklediği gibi olmasaydı gerçekten sinirlenebilirdi. Çünkü kıçı sandalyeye boşuna yapışmış olacaktı.

Octavia soğuyan kahvesini aldı, başını geriye doğru eğdi ve kalan son birkaç yudum kahveyi içti. İçtiği son yudumlar aşırı derecede soğuktu ama Octavia o an bunu umursayamayacak kadar mutluydu.

Kafedeki diğer tüm insanların arasında Octavia sırıtmıyordu.

Şehrin en işlek caddelerinden birinin köşesine konumlandırılmış loş ışıklı kafe, hipster gençler için uğrak bir ideal buluşma noktası olmayı hedeflemiş ve gerçekten hedefinde başarılı olmuştu.

Arka planda hafifçe indie-pop hitleri çalıyordu. Tuğla duvarlar, henüz ruhlarını ana akımın tanrılarına satmamış, geleceği parlak sanatçıların konserlerinin afişleriyle kaplıydı.

Piercingli, dövmeli, renkli saçlı veya deneysel soyut bir sanat eseri gibi görünen saç kesimine sahip gençlerden oluşan rengarenk baristalar topluluğu, sürekli öten, köpüren kahve makineleri arasında mekik dokuyordu.

Y kuşağından birkaç genç, küçük yuvarlak masaların etrafında, çoğu önlerinde açık dizüstü bilgisayarlarla oturuyordu; yalnızca aykırı bir tip gibi görünen kızıl saçlı kızın önünde kitap vardı.

Yalnız, orta yaşlarda bir adam dizüstü bilgisayarının arkasına gizlenmiş bir köşede öylece oturuyordu ama düşüncelerinin içinde kaybolduğu aşikârdı.

Mekân, özgür ruhlar ve kültür normlarına meydan okuyanlara kucak açan bir atmosfere sahipti.

Serbest veya günlük çalışan insanların benimseyebilecekleri ve potansiyel anarşistlerin bir sonraki adımlarında hangi endüstriyi yok edeceklerini planlamak için toplanabilecekleri internet erişimi olan güvenli bir sığınaktı.

Octavia, siyah tayt ve yıpranmış Converse’inin içine giydiği gökkuşağı renkli kalın çoraplarıyla tamamladığı soluk gri salaş kapüşonlu kombini ile ilk bakışta göze çarpmıyordu.

Kalın çerçeveli, pembe puantiyeli kırmızı gözlükleri görünüşüne renk katıyordu.

Küçük, dolgun kulak memelerinde birer küpe vardı ve koyu kıvırcık saçları, dağınık ama belirgin bir şekilde örülmüş, başının önünden ensesine kadar uzanıyordu.

Bu arada, Octavia bir siyahiydi. Ya da Afro-Amerikalı. Hangisi daha tabiri caiz bir kullanım olursa.

Octavia dizüstü bilgisayarını kapattı ve sandalyesinin yanında duran postacı çantasına yerleştirdi.

Eve geri dönecek, belki de günün kalanını yatakta yeni bulduğu dedektif dizisini izleyip debelenerek geçirecekti.

Dizüstü bilgisayarının kablosunu toplarken, kafenin bir diğer ucunda oturan kızı fark etti.

O da Octavia gibi diğerlerinin arasında sırıtmıyordu ama kıyafetleri ortalama bir patrondan bir tık resmi görünüyordu.

Ama Octavia, kızın ütülü lacivert pantolonunu ve gri ipek bluzunu görünce duraksamadı.

Kız, önündeki masada duran telefonunun ekranına bakarken bir elini alnına dayamış başını tutuyordu.

Octavia, kızın narin omuzlarında küçük bir ürperti fark etti, sanki gözyaşlarını tutmak için savaşıyormuş gibiydi.

Octavia duraksayıp etrafını taradı ve yüzünü tıpkı kodunda bir hata yaptığını fark ettiğindeki gibi buruşturdu.

Octavia da ne yapacağıyla ilgili kendisiyle cebelleşiyor gibiydi. Saniyeler içinde kafa karışıklığı sona erdi ve iç çekerek kafenin bir ucundaki kızın yanına yürüdü.

“Merhaba,” dedi, davet beklemeden kızın karşısındaki sandalyeye oturdu.

Kızın başını aniden yukarı kaldırdı. Göz pınarlarında biriken gözyaşlarını hızlıca sildi.

“Ah... Merhaba,” dedi aceleyle. Octavia'ya şaşkınlık içinde gergin bir şekilde baktı. “Merhaba,” diye tekrarladı. “Ben... Seni tanıyor muyum?”

“Hayır,” dedi Octavia. Kızın kendini daha rahat hissetmesini umarak hafifçe gülümsedi. “Kim olduğun hakkında hiçbir fikrim yok. Seni oturduğum yerden gördüm ve... İyi misin diye merak ettim.”

Kız gözlerini kırpıştırdı ve kısa kahverengi saçlarını el yordamıyla düzeltti. “Ah! Evet. İyiyim... Gerçekten,” dedi, bakışlarını masanın üzerine düşürdü. “Sadece... İşte zor bir gün geçiyorum.”

Octavia yardımcı olmaya çalışarak, “Hey, hepimiz böyle günler geçiririz,” dedi. Kız hiçbir şey söylemeyip masaya bakmaya devam etti. Octavia, kızı ele geçiren umutsuzluğu açık bir şekilde görebiliyordu.

“Ben Octavia,” dedi nihayet.

Kız kafasını kaldırdı, Octavia'nın hala orada oluşuna neredeyse şaşırmış gibiydi.

“Lauren,” diye cevapladı.

Octavia, “Tanıştığıma memnun oldum Lauren,” diye cevap verdi. Onu cesaretlendirmek için gülümsedi. “Olanlar hakkında konuşmak ister misin?”

“Önemli bir şey değil,” dedi Lauren kestirip atarcasına.

“Yine de paylaşmak sana daha iyi hissettirebilir. Ve ben de oldukça iyi bir dinleyiciyimdir,” dedi Octavia, onu anlatması için teşvik etmeye çalıştı.

Lauren pek emin görünmüyordu ama sonunda küçük bir iç çekti. “Bitti. Her şey bitti. Harcadığım onca emek. Boşa gitti. İşte böyle.”

Octavia, “Kulağa ciddi bir şeymiş gibi geliyor,” dedi.

Lauren'ın gözlerinden çaresizliği okunuyordu.

“Evet, öyle. Sonunda istediğim her şeye erişebileceğim bir iş buldum. Sonunda kendim için bir şeyler yapma fırsatı buldum. Ve her şey… Yolunda gidiyordu. Ama sonra ben,” dedi ve hıçkırığa boğuldu. “Ama sonra ben her şeyi mahvettim!”

“Ne oldu?” diye sordu Octavia.

“Benim hatamdı. Yeterince dikkatli değildim. Takip etmem gereken diğer her şey yüzünden çok stresliydim.” Lauren dolmuş gözleriyle Octavia’ya baktı.

“Aptalca bir hataydı. Daha tetikte olmalıydım. Ben sadece... Çok yorgundum ve... Acelem vardı.”

Octavia anlayışla başını salladı. Lafına devam etmesini bekledi.

“Ve... İşte o zaman yaptım,” dedi Lauren.

“Ne yaptın?”

“Hayatımın en büyük hatasını.” Lauren başını önüne düşürdü. “Ben... Ben... Tüm çalışma programını sildim.”

Octavia'nın duyduklarını tam olarak anlamaya çalışması bir dakika aldı. “Ne…Yaptın?”

Lauren hafifçe omuzlarını silkti, “Sildim. Tüm ayın çalışma programı silindi. Ben sadece sunumu gelecek ayki Dünya Teknoloji Zirvesi'ne eklemeye çalışıyordum.”

“Ama bunu yaparken aynı anda dergi editörüyle telefonda bir röportaj ve fotoğraf çekimi ayarlamaya çalışıyordum. Ve gelecek haftaki yardım etkinliğinin davetiyesini silmem gerekiyordu.”

Ellerini havaya kaldırdı. “Tek tık ve puf! Hepsi yok oluverdi.”

Lauren gittikçe kötüleşirken, Octavia içinden konuyla ilgili yapabileceklerini düşünüyordu.

“Anlıyorum,” dedi. “Yani patronunun çalışma programı silindi, değil mi?”

Lauren asık suratıyla başını salladı.

“Gerçekten kötü olmuş. Ama eminim birkaç yeri arayıp programı yeniden oluşturabilirsin, değil mi? Başka birinin bu bilgilere erişimi olmalı.”

Lauren cümlenin bitmesini beklemeden reddedercesine başını salladı.

“O... O çok kapalı biri. Sadece kendisinin ve sekreterinin programına erişimi var. Sekreteri Adelaide benden, o patronla iş toplantısına giderken güzergahı güncellememi istedi.”

“Öğleden sonra saat üç gibi döneceklerini söylemişti. O zamana kadar bir sürü şeyi bitirip yeni raporu hazırlamam gerekiyordu. Ama sonra bu hatayı yaptım.”

“Kulağa o kadar da… Kötü gelmiyor. Belki patronuna durumu açıklarsın... Ve Adelaide dediğin kişiye... Belki anlayış gösterirler. Belki başta sinirlenebilirler ama... Yani, bence bu bağışlanabilir bir hata,” dedi Octavia.

Lauren'ın ani bir korkuyla dolan gözleri Octavia'nın yüzüne çarptı.

“Hatalara müsamaha göstermez. Bağışlanabilir olsunlar ya da olmasınlar. İnsanları çok basit hatalar için kovduğunu gördüm.” Başını ciddi bir şekilde salladı, yine gözleri dolmuştu. “Bunu öğrendiği anda işim biter.”

“Bir daha asla başka bir yerde çalışamayacağım. Onun tarafından kovulan insanlar işlerinden utanç içinde ayrılırlar ve hayatlarının kalanında utanç içinde yaşamaya devam ederler.”

Octavia bu tür dramların televizyon dizilerine kalması gerektiğini düşündü ama bunu Lauren’a elbette söylemedi. Bunun yerine, “Bilgi İşlem departmanından biriyle konuştun mu? Belki programı geri getirebilirler.”

Lauren yine başını salladı.

“Bunu denedim. Onun kişisel sisteminden bir şey silindiğinde, silinen şey sonsuza dek yok olur. Onun işleri böyle yürür.

“Söz konusu onun bilgileri olduğunda, sadece birkaç kişi bu bilgilere erişebilir ve en güçlü güvenlik sistemi tarafından korunur. Çalışma programı bile.”

Lauren iç çekip telefonunu aldı. Ekrana baktı, saat ikiyi yirmi yedi geçiyordu.

“Faydası yok. Geri döndüğünde yaptığımı fark edecekler ve kovulacağım. Panikledim ve kaçmak için buraya geldim. Düşünmek ve belki çözüm yolu… Bulmak için. Ama bir faydası yok. Artık bittiğimin resmidir.”

Gergin bir şekilde dudağını ısırdı. “Bu işe gerçekten ihtiyacım vardı. Bu işte iyi olmayı çok istedim. Çok çalıştım. Şimdiyse her şeyin sonuna geldim.”

Octavia aniden ayağa kalktı, neredeyse sandalyesi devriliyordu.

“Ofisin ne kadar uzaklıkta?” diye sordu Octavia.

Lauren ona baktı, biraz şaşkındı. “Çok uzak değil. Yaklaşık beş dakikalık yürüme mesafesinde.”

“Kullandığın bilgisayara erişimimi sağlayabilir misin?”

Lauren sessizce düşünüyordu. “Evet, sanırım. Sanırım sana ziyaretçi kartı alabilirim. Böylece ofise girebilirsin. Ama... neden?”

“Sanırım bunu hala düzeltebiliriz. Gidelim,” dedi Octavia.

Lauren şaşkınlığına rağmen sandalyesinden kalktı ve Octavia'yı kapıdan dışarıya doğru takip etti.

Dışarıdaki ürperti verici derecede soğuk havaya adım attılar, kafenin durgun, sakin seslerinden; kalabalık şehrin gürültülü kaotik akışının içine karıştılar.

Lauren bir sokağı işaret etti ve ikisi de kaldırımda adımlarını hızlandırmaya başladılar.

“Ben... Yardım etmeye çalıştığın için teşekkür ederim, ama... Kimsenin bununla ilgili yapabileceği bir şey olduğunu sanmıyorum,” dedi Lauren yürürken.

Octavia, “Göreceğiz,” diye cevap verdi.

Sanatio Şehri merkezi iş telaşı ile canlıydı. Yavaş ve hızlı hareket eden yayalar arasına karışırken, arabalar işlek caddede yanlarından hızla geçiyordu.

Octavia Lauren'ı takip etti ve köşeyi döndü, birkaç dakika içinde, yüksek çelik çerçeveli bir binaya çıkan büyük basamakları oluşturan granit levhalardan yukarı çıkıyorlardı.

Bina genel hatlarıyla düz ve köşeli bir binaydı, yine de köşelerine hafif kavis verilmişti.

Güneş ışığı, binanın kenarlarını kaplayan metalik panellerden yansıyarak binanın devasa gümüş bir anıt gibi görünmesini sağlıyordu.

Ancak ikisinin, binanın içine koşarken ve Lauren'ın Octavia için ziyaretçi kartı istediği resepsiyonda dururken mimariye hayranlık duyacak fırsatı olmadı.

Lauren, binanın birinci katında seslerin yankılandığı girişte devasa masanın başındaki güvenlik görevlisine, “O... Bir yazılım danışmanı... Buraya yeni ürünü yeniden tasarlamak için geldi,” dedi.

Octavia, ön kısma uzanıp ürkütücü mavi bir ışık saçan metal görünümlü bir kutunun altında ehliyetini tarattı ve ardından güvenlik görevlisi ona boş plastik bir kart uzattı.

“Teşekkür ederim!” dedi Lauren mutlu bir şekilde.

İçeri girdiklerinde, Lauren'ın en üstteki düğmeye bastığı asansörlere doğru yol aldılar.

Asansör, beyaz floresan ışığıyla, bir tarafta gri odalara ve diğer tarafta boş konferans salonlarına açılan kapılarla dolu bir kata açıldı.

Kattaki tüm odalar çelik çerçeveli kristal cam bölmelerle ayrılmıştı.

Lauren, Octavia'yı ofise doğru koridorun sonuna götürürken, birkaç kişi onlara çarptı ama kimse kime çarptığına dikkat etmedi bile.

Aslında Octavia’nın üzerindeki her şey, takım elbiseler, kravatlar ve topuklu ayakkabılar arasında göze çarpıyordu.

Ofisteki insanların çoğu, aralarına karışıp alışılagelmiş ofis giyim kurallarını yıkarak ütüsüz kıyafetleriyle ortalıkta dolaşan kişiyi umursamayacak kadar kendi işle ilgili stres kaynaklarıyla meşgul görünüyordu.

Lauren, Octavia'yı bir duvarın karşısına konumlandırılmış tek bir masa ve sandalye ile yakındaki şehir gökdelenlerinin manzarasına bakan bitişik duvarın bulunduğu temiz, ferah bir ofise yönlendirdi.

Lauren oturumu açıp lanetli çalışma programını açtıktan sonra Octavia masanın üzerindeki bilgisayar ekranının karşısına oturdu.

Octavia programı hızlıca taradı.

Lauren gergin bir şekilde sağ elinin tırnaklarını ağzına götürürken “Gördün mü?” diye sordu. “Hepsi gitti.”

Octavia, sekmelerden birkaçına tıklayarak “Öyle görünüyor,” dedi. “Bakalım ne yapabilirim.”

Birkaç dakika boyunca ofiste duyulabilen tek ses Octavia'nın çıkardığı klavye sesleri ve tıklatmalarıydı.

Lauren arkasında dikilip kollarını gövdesinde birleştirdi, Octavia sorunu çözmeye çalışırken tırnaklarını kemirmeye devam ediyordu.

Octavia'nın gözleri ekrana bakarken, zaman zaman farklı istemleri tıklayarak ve klavyede bir komut girmek için duraksarken kararlılıkla kısılmıştı.

Saniyeler geçti. Dakikalar. Karşıdaki duvardaki gümüş saat, yanıp sönen sayılarıyla zamanın geçtiğini gösteriyordu.

“Tamamdır!” dedi Octavia aniden.

Lauren kafasını kaldırdı. Heyecanla ekrana baktı. Orada, sadece birkaç dakika önce en kötü kabusunun canlı görüntüsü haline gelen programda, şimdi en tatlı rüyalarının görüntüsü vardı.

“İşte bu! Yaptın!” diye bağırdı Lauren.

Octavia kendisiyle gurur duyuyor gibiydi. “Evet. En iyi güvenlik sistemlerini kullandığı konusunda haklıymışsın. Çalışma programının önbelleğe alınmış bir sürümünü bulmak düşündüğümden zor oldu. Ama... Buldum! İşte burada,” deyip ayağa kalktı.

Lauren tekrar ağlamaya hazır görünüyordu ama bu sefer sevinç gözyaşları akacaktı. “Ben... Ne diyeceğimi bilemiyorum. Sanırım az önce hayatımı kurtardın!”

Octavia omuzlarını silkerken memnun görünüyordu. “Önemli bir şey değildi. Aşırı insafsız patronuna gelirsek, işte seni ondan kurtaramam.”

Lauren, “Sana bu iyiliğinin karşılığını vermem gerek... Bir şekilde. Nasıl olacağını bilmiyorum ama... Bir şeyler yapacağım. Karşılığını vermem gerek. Hakkını ödemem lazım!”

Octavia bir kolunu güven verici şekilde onun omzuna götürdü.

“Bir kahve yeter. Şimdilik işine geri dönsen iyi olur, ben de artık gitmeliyim.” Sırt çantasını omzuna attı ve kapıya yöneldi.

“Evet!” dedi Lauren. “Tanrım, saat kaç? Neredeyse üç olmuş. O raporu almam halletmem lazım, bekle!” diye seslenerek Octavia’yı kapıdan çıkmadan yakaladı.

“Bende numaran ya da başka bir şeyin yok.”

“Çoğunlukla kafede oluyorum. Büyük ihtimalle karşılaşırız,” dedi Octavia.

Lauren vedalaşmadan önce son kez minnettar bir şekilde gülümsedi. “Tekrar teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim! Söz veriyorum karşılığını vereceğim Octavia... Bu arada soyadın neydi?”

“Wilde,” diye cevap verdi Octavia. “Şimdi cidden, gitmeliyim. Sen de raporu hallet.”

Octavia asansörlere giden yolu sorunsuz bir şekilde buldu. Ziyaretçi kartını resepsiyona geri verdi ve çıkışa doğru yöneldi.

Telefonunun cebinde titrediğini hissetti ve kapüşonlusunun kanguru cebinden telefonunu çıkardı.

Octavia aldığı mesajı yanıtlarken, girişin otomatik kapılarından geçti ve merdivenlerden inmeye başladı.

Parmakları telefonunun dokunmatik ekranında hareket ederken, merdivenlerden yukarı çıkıp karşısından gelen kişiyi fark etmedi.

Adam elindeki kâğıda başını eğmişti. Octavia ise göndermek üzere olduğu mesaja odaklanmış durumdaydı.

Granit merdivenlerden kaldırıma çıkan son adımı düşünmeden attı. Sonra kaçınılmaz çarpışma yaşandı.

“Of!” diye bağırdı Octavia, telefonu elinden düşerken.

Neredeyse geriye doğru savrulacaktı ama basamakları inerken aldığı dikkatsiz hızı göz önüne alındığında, adama çarptı. Octavia’nın ona çarpması ise adamın sadece yana doğru seğirtmesine neden olmuştu.

Ama Octavia o kadar şanslı değildi. Çarpışmanın şiddetiyle onun yanına doğru pek de kadınsı olmayan bir yığın şeklinde kaldırıma yığıldı.

Aniden dik bir yürüyüş pozisyonundan yerde yatma pozisyonuna geçen herkes gibi, Octavia'nın da az önce ne olduğunu anlaması birkaç dakika sürdü.

“Önüne bakmaya tenezzül etmiyorsun, değil mi?”

Duyduğu derin ses Octavia'nın sersemliğini uzaklaştırdı ve yere yığılmış gövdesinin üzerinde beliren yüze bakmasını sağladı.

Herhangi biri için, Octavia’nın önünde duran adama dönüp ikinci kez bakmak gayet olağan bir durumdu. Adamın heybetli vücudu, Octavia’nın olduğu noktadan bir buçuk metre kadar yüksekte duruyordu.

Uzun, siyah bir palto vücudunu kaplasa da paltoyu dolduran kas çıkıntıları açıkça görülüyordu.

Kıyafetleri kusursuzdu; paltosunun içine koyu metalik gri bir takım elbise giymişti. Kolalı beyaz gömleğini son düğmesine kadar boynunda iliklemiş ve siyah desenli kravatını takım elbisesinin ceketinin içine düzgünce yerleştirmişti.

Octavia karşısındaki adamın ayakkabılarının üzerine eğilseydi, cilalı yüzeyindeki yansımasını kolayca görebilirdi.

Üzerindekiler etiket gerektirmeyen türden kıyafetlerdi; ne kadar pahalı olduklarını anlamak için markalarını görmeye gerek bile yoktu. Tüm dünyaya onları giyen kişilerin ne tür bir kalibreye sahip olduklarını haykırıyorlardı.

Ancak bu kalibrenin itibarı, yüzünü görünce soldu ve yerini ancak sessizlikle ifade edilebilecek bir korkuya bıraktı. Keskin çene hattı iyice kasılmış, sert ifadeli dudaklarını çerçeveliyordu.

Koyu renk sakallarının keskin hatları yüzünün alt kısmına ince bir tabaka halinde yayılıyor, köşeli çenesini kaplıyor ve sadece üst dudağının üzerinden geçiyordu.

Hafif bronz teni pürüzsüz ve temizdi, herkesin parmaklarını üzerinde keyifle gezdirmekten zevk alacağı bir yüzeydi.

Koyu renk kaşları, daha da koyu bir renge sahip olan delici gözlerinin üzerinde çatılmıştı. Gözleri ateş saçabilecek gibi görünüyordu, ancak o anlığına, için için yanan alevlerdi ve serbest bırakılmayı bekliyorlardı.

Adamın her tavrı, etrafındaki havaya belirgin bir ağırlık koyuyordu. Ona boyun eğilmesini bekleyen baskın biri olduğu her halinden belliydi.

Onunla ilgili her detay mükemmel olması için şekillendirilmiş ya da en iyi kumaştan yapılmış görünüyordu. Bu adamla takışılmaması gerektiği açıktı.

Sadece bir bakışıyla, beklediği saygıyı hatta hayranlığı talep ediyordu. Ve tüm bunları ona vermeyi kim istemezdi ki?

Ancak bu, Octavia'da hiçbir tesir yaratmamıştı. Sadece onun sesiyle birlikte kendine gelerek yerden kalktı.

“Görünüşe göre sen de öyle,” dedi bir hışımla, üstünü silkeleyerek.

Adam ona bakarken gözlerini daralttı.

“Bu bir özre benzemiyor,” dedi.

Octavia, “Çünkü değildi,” diye cevap verirken yere düşen telefonunu arıyordu.

Adamın gözlerindeki soğuk bakış iyice yoğunlaştı. Sert bir tonla, “Bu aptalca hareketlerini ve sözlerini telafi etmen için sana önümüzdeki on saniyeyi vereceğim,” diye yanıt verdi.

Octavia'nın gözleri, ondan sadece birkaç metre ötede, basamakların kenarında sarı puantiyeli turkuaz mavisi bir çizgi gördü.

“İşte burada!” diye bağırdı ve telefonuna atıldı. Onu aldı ve nefesini tutarak ters çevirdi. Sonrasında rahatlamış bir şekilde iç çekti.

Ekran hala sağlamdı. Octavia telefonunu cebine geri koydu ve yabancıya bakmak için döndü.

Adam hala ona bakıyordu, yüzü saniyeler öncesine göre daha soğuk ve korkunçtu.

Octavia kaşlarını çattı. “Bak, sanırım ikimiz de hatalıydık. Bu yüzden ateşkes yapalım ve kendi yollarımıza gidelim.”

Buna cevap vermedi. Verdiği tek tepki, çene hattında seğiren bir kas hareketiydi.

Ondan sadece bir adım ötede dururken, aşağıya doğru başını kaldıran Octavia’ya göz ucuyla küçümser gözlerle baktı.

“Benim kim olduğumu biliyor musun?” diye sorup nefes aldı, sesi soğuk ve kişiliksizdi.

“Belli ki bilmiyorum,” diye alay etti Octavia. “Peki sen benim kim olduğumu biliyor musun?”

“Derse ihtiyacı olan biri.”

“İşte, gördün mü? Birbirimizi tanımıyoruz.” Ellerini cebine attı ve rahat bir şekilde devam etti. “Ve mevcut durumu göz önüne alırsak, bunu yapmak istediğimizi de pek sanmıyorum.”

Soğukluğu gözlerinden bir an yok olmuyordu ama bir konuda fikrini değiştirmiş gibiydi. Başını salladı ve uzaklaştı, merdivenlere doğru geri döndü.

“Zamanıma bile değmezsin,” dedi. “Ama seni bir daha buralarda görmesem iyi olur.”

Octavia, “Buna söz veremem,” diye yanıt verdi. “İnsan kendini nerelerde bulacağını asla öngöremez, değil mi?”

Adam durdu ve ona bakmak için döndü.

Octavia konuşmaya devam etti. “Gelecekte yollarımız herhangi bir sebeple kesişirse, söz veriyorum kim olduğunu bilmiyormuş gibi davranacağım,” dedi.

Kaşlarını bu sefer daha sert bir şekilde çattı. “Ne kadar anlayışlısın. Ama sana üç metre yakınımda olman için hiçbir sebep vermeyeceğim.”

Octavia birkaç saniyeliğine bunun üzerine derin derin düşündü. “Benim için hava hoş.” Sırt çantasının kayışlarını ayarladı, döndü ve yürümeye başladı.

Telefonuna yeni bir mesaj daha geldi. Mesajı okurken, yabancıyla olan olayını anında unuttu. Söyledikleri yüzü, muhteşem vücudu, hepsi zihninden siliniverdi.

Ne de olsa, o adam her kimse, bir daha karşılaşmaları pek olası değildi.

En yakın tren durağına doğru yola koyulup ondan uzaklaşırken, gözlerini onun üzerinden bir an bile ayırmamış arkasındaki karanlık adama dönüp bakmayı aklının ucundan bile geçirmedi.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok