Gerçek Evie Chase - Kitap kapağı

Gerçek Evie Chase

Riss Concetta

Birikmişlik

EVIE

Addison ve Cassidy limuzinin arka koltuğunda, iki tarafımda oturmuş sohbet edip birbirleriyle şakalaşıyorlar.

Annem, babam ve asistanımız Laura, karşımızda oturmuş şampanyalarının tadını çıkarıyorlar.

Bense gerginlikten içim kıpır kıpır ve huzursuzum; yerinde duramayan dizime söz geçiremiyor, sürekli tırnaklarımla oynuyorum.

Dikkatimi dağıtmak için telefonumu çantamdan çıkardım ve ön kamerayı açtım, yüzümü kontrol ettim.

Dişimde ruj var mı? ~

Maskaram akmış mı? ~

~Saçım düzgün mü? ~

Laura ne yaptığımı fark etti ve başıyla beni onayladı.

Galalar önemli etkinliklerdir ve gazeteciler yarının magazin gazetelerini süsleyecek en ufak bir kusuru bile affetmez ve büyük bir olaya çevirirler.

Ama, tabii ki, annem ve stilist ekibim, hazırlanmak zorunda kaldığım kısa ve dar sürede bile, olası tüm kusurlardan arınmış bir şekilde beni hazırlamayı başarmışlardı.

Pencereden, kırmızı halının girişinde birikmeye başlamış insanları görebiliyordum. Camlardaki film bile flaşları engellemeye yetmiyordu.

"İşte geldik," diyen annemin sesiyle kendime geldim.

Şoförümüz Mickey girişe doğru yanaştı ve inip kapıları açtı, hepimiz sırayla arabadan indik.

Parmak uçlarım karıncalanmaya başlayınca derin bir nefes aldım, elbisemin kenarını kavrayarak Cassidy ve Addison'ı takip ettim.

Hemen sağır edici alkışlar, tezahüratlar ve çığlıklar üçgeni tarafından çevremiz sarıldı; sürekli fotoğraf çeken magazinciler her yerdeydi.

Çat, çat, çat! ~

Sanki tüm gün bu sesi yeteri kadar duymamışım gibi.

Ben yüzümde zayıf ve solgun bir ifadeyle ilerlerken kız kardeşlerim her adımda daha da ışıldıyorlardı.

Fotoğrafçılar bizi emirleriyle aptala çeviriyordu:

"Kızlar sola bakın!"

"Evie, sağdayız!"

"Arkanızdayız!"

"Etrafında dön!"

"Gülümseyin!"

"Daha çok gülümseyin!"

Elimden geleni yapmaya çalışıyordum ama doğuştan fotojenik olan Addison ve Cassidy kadar başarılı olduğum söylenemezdi.

Sabrımın sınırlarına geldiğimi hissediyordum.

Neredeyse her şeyi geride bırakıp oradan uzaklaşacaktım ki…

Onu gördüm: Natalie Reeves. ~

Adını söylemek bile tüylerimi ürpertiyordu.

Bize popun prensesleri diyorlardı ve listelerde resmen köşe kapmaca oynuyorduk; her gün birimiz diğerini geçip zirveye oturuyordu.

Sesimiz benzerdi ama tek ortak noktamız buydu. Stil, şarkı sözleri ve hayat amacı olarak tamamen farklıydık.

Natalie'nin müziği gürültülü, trend, dans pistinde çalınacak hızlı şarkılardan oluşurken benim daha farklı, özgün ve bağımsız bir tarzım vardı.

Natalie partilerin vazgeçilmezi, bense duygusal şarkıların aranan sesiydim.

Ayrıca birkaç şarkım ise beste de yapmıştım.

Müzikal farklılıklarımızın ötesinde, Natalie’yle bir de geçmişimiz vardı.

Yıllardır birbirimizin en büyük rakibiydik.

Siyah deri ve parlak taşlardan oluşan kıyafeti içinde çok güzel görünüyordu.

Sinirli ve kendine güvenen bir punk-pop havası vardı. Bulaşmak istemediğin ama kıskanmaktan da kendini alamadığın bir hava.

"Evie! Aman tanrım! Merhaba!" diye sahte bir gülümsemeyle yanıma geldi.

"Natalie!" Sakinliğimi korumak için çabalarken ona doğru döndüm.

"Görüşmeyeli ne kadar da uzun zaman oldu! En son ne zaman görmüştüm seni? Hatırladım, Amerikan Müzik Ödülleri töreninde. Tanrım, giydiğin o facia elbiseyi nasıl unutabilirim ki? Moda dergileri aylarca dalga geçmişti."

Gözlerimi kısarak "Üzgünüm, o geceden hatırladığım tek şey ‘Yılın Yeni Sanatçısı’ ödülünü kazanmış olduğum," dedim altta kalmayarak.

Sahte gülümsemesi bir anlığına yok oldu ama kendini hızla toparladı.

"Ne kadar mutlu görünüyorsun. Tüm bu insanlar, herkesin gözü üzerinde..."

Dişlerimi sıktım.

Natalie'nin anksiyete ile boğuştuğumdan haberi yoktu ama bunu bilmeden bile beni germeyi başarıyordu.

"Aslında lavaboyu kullanmak için içeri girmek üzereydim," diye mırıldandım ona içinde bulunduğum zihinsel karmaşayı çaktırmamaya çalışarak.

"Aman Tanrım, hayır, henüz değil! Daha yeni geldin! Hayranlarımıza hoşlarına gidecek birkaç poz vermeliyiz!"

Natalie, onu duyan insanların çığlıklarıyla daha da yükseldi.

Kalabalık adeta çılgına dönmüştü.

Kusacak gibi hissediyordum.

Fotoğrafçılardan biri, "Pop prenseslerimizin birkaç fotoğrafını çekelim, ne dersiniz kızlar?" diye bağırdı.

"Kesinlikle!" Natalie kusursuz bembeyaz gülümsemesiyle cevap verdi.

Kolunu belime doladı, manikürlü tırnaklarının keskin dokunuşlarını elbisemin danteli üzerinde hissedebiliyordum.

"Çok güzel, değil mi Evie?" Natalie dişlerinin arasından gülümseyerek başladı: "Sen ve ben, kız kardeşinin galasının kırmızı halısındayız. Cassidy'nin şöhreti sana nasıl da yaradı."

Fotoğrafçılar Natalie ve beni her açıdan çekmeye çalışırken Natalie’nin söyledikleri yüzünden içim bulandı.

Burada olmaz. Şimdi değil. Sakın kameraların önünde kusma! ~

Kırmızı halıya kusmak pek de hoş olmazdı.

Ama Natalie'nin belimdeki eli atın boynuna geçirilmiş kement gibi beni kontrolü altına alınca, mide bulantım boğulma hissiyle yer değiştirdi.

Göğsüm daraldı. Ciğerim sıkıştı.

Oksijen boğazımda düğümlendi ve nefes borumu tıkadı.

Nefes alamıyorum. ~

Aman Tanrım, nefes alamıyorum! ~

Umutsuzca, her zamanki tekniğimi denedim:

Nefes al... ~

Nefes ver... ~

Bir, iki, üç. Tekrar et.

İşe yaramıyor. ~

Tek hissettiğim panikti. Saf, amansız, kaçışı olmayan panik.

Natalie beni aç bir hayran kalabalığına doğru çekmeye başladı. "Birkaç imza dağıtalım mı, ne dersin?"

"Ben... Benim..."

Daha fazla dayanamayarak kendimi Natalie’nin kollarından kurtarıp arkamı döndüm ve koşmaya başladım.

Nefes al... Yalnız kalacağım bir yer arıyordum.

Koşarken galanın yapıldığı sinema salonunun arka tarafında, gözlerden uzak bir köşede camdan bir kapı gördüm.

Etrafta kimse yoktu, kırmızı halının yapıldığı alanın tersi istikamette olduğu için sakindi.

Kapı filmle kaplıydı ve arkasından ne olduğunu bilmiyordum, ama yine de kapıya doğru hızlı adımlarla yürümeye devam ettim.

Nefes ver... ~

Kendimi birkaç çalışandan başka kimsenin olmadığı bir koridorda buldum.

Yüzlerinde şaşkınlıkla bana baktılar, ama onlar bir şey söyleyemeden, başka bir kapıyı ittim ve gözden kayboldum.

Bu sefer tamamen yalnızdım.

Bir toplantı odası olduğunu tahmin ettiğim bir yerdeydim, etraf sessiz ve en güzeli de boştu.

Sırtım duvara dönük olarak yere çöktüm, dizlerimi göğsüme çektim ve nefes almaya çalıştım. Boğazım kurumuştu.

Sonra aklım beni yine o güne götürdü, lise birdeki o öğleden sonraya. Birden okul bahçesindeydim.

***

Üç Yıl Önce:

Gözyaşlarımı silerek kalabalığa tekrar baktım. Adam'ı beysbol takımından birkaç çocukla bir masada otururken gördüm. ~

Normalde, onu görünce endişelerim biraz olsun rahatlardı ama bu sefer yüzündeki ifadeyi görünce gerginliğim daha da arttı. ~

Yüzünün rengi solmuş ve başı görünmez bir ağırlığın altında can çekişir gibi önüne eğilmişti. ~

Grace, şarkının üzerine yazılmış paragrafı işaret ederek sayfayı kaldırdı. ~

~"Şarkın kimin hakkında Evelyn?" diye sordu. "Gerçi buraya büyük harflerle yazmışsın." ~

"Çabuk onu geri ver," diye bağırdım ama Grace yılmadı. ~

"Kim olduğunu söylersen geri veririm. Bizim için adını okusana. ‘Hayatının aşkı’ kim? İkinizin birlikte ‘olması gerektiğini’ göremeyen bu çocuk da kim?" ~

İşte o zaman Adam başını kaldırdı. Göz göze geldik ve tüm varlığım toz olup uçmak için Tanrı’ya yalvardı. ~

Ve sonra, bir anda, gözlerini kaçırdı. ~

Sanki kim olduğumu bilmiyormuş gibi. ~

Sanki umurunda değilmişim gibi. ~

"Söyle Evelyn," Grace cesur bir şekilde üsteledi. "Adam'la ilgili olduğunu itiraf et!" ~

Grace’in adının söylemesiyle tüm gözler Adam’a döndü. ~

Duyanların bazılarının nefesi kesildi, bazıları kahkaha attı. Masadaki çocuklar Adam’la dalga geçerek tebrik eder gibi el sıkışmaya çalıştılar. ~

Ama Adam hareketsiz kaldı, utandığı her halinden belliydi. ~

Grace durmadı. "Ona arkadaştan daha fazlası olmak istediğini söyle. Ona aşık olduğunu söyle hadi!" ~

Oradan kaçmak istedim, ama bir şeyi bilmek zorundaydım. ~

"Bunu nereden buldun?" ~

Omuz silkerek "İnsanları tanıdığını sanıyorsun, değil mi?" dedi. ~

Neden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Adam'a olan gizli aşkımdan mı bahsediyordu? Ya da Adam’ın yardıma ihtiyacım olduğu anda beni yüzüstü bırakmasından mı? Bir dakika, bu olamaz!! ~

Ailem dışında müziğimi bilen tek kişi oydu. ~

Tüm okulda kitabı bilen tek kişi. ~

Ve onu Grace'e verebilecek tek kişi. ~

Grace'in sözleri havada kaldı, kalın ve kara bir bulut gibi. ~

"İnsanları tanıdığını sanıyorsun..." ~

"İnsanları tanıdığını sanıyorsun..." ~

"İnsanları tanıdığını..." ~

***

Günümüz:

Zırr, zırr, zırr. ~

Küçük abiye çantamdan gelen bir dizi titreşim beni anılarımdan koparıp gerçek hayata geri getirdi.

AddyEvie!
AddyEvie, orada mısın?
AddyNereye kayboldun?!?!
Addyİyi misin?
AddyHerkes seni arıyor.
AddyEVIE!

Kardeşime bir cevap yazmaya çalıştım ama parmaklarım hala güçsüz ve uyuşuktu. Harfler gözlerimin önünde dönüyordu.

"Evie!"

Kafamı kaldırdım. Annem karşımdaydı.

Bir kez daha, ihtiyacım olduğu zamanda beni bulan oydu, yanıma yere çöktü ve beni kollarına aldı.

Koyu mor gece elbisesi ve bakımlı saçlarıyla kesinlikle göz alıcı görünüyordu. Esmer teni makyajla ışıl ışıldı.

"Evie! Aman Tanrım, tatlım, iyi misin?"

Sarılmayı bırakarak bir eliyle alnımı kontrol etti ve pişman bir ses tonuyla "Evde kalman gerektiğini biliyordum," dedi.

Kendini daha da üzmeden onu teselli etmeye çalıştım. "Sadece kaçtığım için kendimi korkunç hissediyorum. Cass hayal kırıklığına uğramış olmalı."

"Aptal olma. Cassidy böyle bir şeye takılmaz. Seni çok seviyor. Şimdi bana neler olduğunu anlat."

"Sadece bütün gün çok canlı, çok gerçekçi kaygı atakları yaşadım. Ben bastırmaya çalıştıkça daha da sıklaştılar."

Annem bir terapist edasıyla dudaklarını büzüştürdü. Bu kadının yapamadığı herhangi bir şey var mıydı acaba diye düşünmeden duramadım.

"Bunları bir şey tetiklemiş olabilir mi?"

"Dürüst olmak gerekirse, bir süredir her şey üst üste geliyormuş gibi hissediyorum," diye itiraf ettim. "Yıllardır hem de, o günden beri..."

"California'ya taşındığımızdan beri mi? Kariyerine başladığından beri mi?"

İç çektim, aklımı okumada bir ustaydı.

Durum şu ki, yaptığım işi seviyordum. Şarkı söylemeyi, sahneye çıkmayı, hayranlarımı. Tek istediğim şey buydu, bu yüzden bu yıpratıcı endişeler beni bu kadar sinirli ve suçlu hissettiriyordu.

Ben bu düşünceler arasından kaybolmuşken annem, "Biraz ara vermeye ne dersin?" diye sordu çekimser bir sesle.

"Ne yapmak?"

"Ara vermek,” diye tekrarladı. "Baban ile konuşuyorduk da bir süreliğine tüm bunlardan uzaklaşmanın senin için iyi olacağını düşünüyoruz. Turdan önce."

"Tatil gibi mi yani?"

"Aslında daha çok Mil teyzende bir süre kalmak gibi bir şey."

Mil teyzem mi? ~

~Anadale, Connecticut'ta yaşayan Mil teyzem mi? ~

Memleketimiz olan Connecticut’ta? ~

"Temiz hava ve tanıdık ortam. İhtiyacın olan huzur ve sessizlik," Fikrini bana satmaya çalışırken kaşlarını kaldırdı.

Kafamı salladım. "Bilmiyorum anne, böyle sert bir değişiklik için doğru kafada olduğumdan pek değilim."

"Hayır Evie, doğru kafada değilsin. İkimiz de senin Connecticut’ı ne kadar sevdiğini gayet iyi biliyoruz."

"Demek istediğim bu değildi."

Annem sırıttı. "Biliyorum, biliyorum. Ama cidden tatlım, bence bir ara vermek için doğru zaman. Senin için güzel bir sıfırlama olabilir."

Haklıydı, çok uzun zamandır yavaş yavaş parçalanıyordum. Harabelerin üzerine yeni ve özel bir şey inşa edebilir miydim?

"Anadale'de ne yapacağım ki?" diye yüksek sesle sordum, hem anneme hem de kendime.

"Aslında teyzen geçenlerde Lauder'a taşındı."

Doğru ya, Lauder. Anadale'in komşu kasabası.

İki kasaba da aynı okulu paylaşıyordu ve çoğu kişi birbirini tanırdı.

"Lauder'da ne yapacağım o zaman? Mil teyzenin evinde keşiş gibi saklanacak mıyım? Ya da bir münzevi gibi inzivaya mı çekileceğim?"

Aklımdaki tek düşünce eski arkadaşlarımdı. Geçmişimden biriyle, özellikle de Adam'la karşılaşmak istemiyordum.

Annem derin bir nefes aldı.

Aniden konuşmamızın tonu değişti ve yeni bir gerginlik peydah oldu. Zaten hassas olan yapımı sonlandırmak için son bir vuruş bekliyordum.

"Madem sordun..."

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok