CEO'nun Mükemmel Teklifi - Kitap kapağı

CEO'nun Mükemmel Teklifi

Kimi L Davis

Bölüm 2

Dairemin kapısını çaldım ve Nico’nun kapıyı açmasını bekledim. Endişe ve çaresizlik hissi içimi kemiriyordu. Şimdi ne yapacaktım? Kazançlı bir işi nereden bulacaktım?

Bütün şirketler üniversite mezunlarını tercih ediyordu, Bense sadece bir lise mezunuydum. Babam hiç hastalanmasaydı ve annemin kazançlı bir işi olsaydı bugün başarılı bir şirkette çalışıyor olabilirdim.

Ama tüm bu “eğerleri” sorgulamaya kalkarsam elimde olanları da kaybedebilirdim. Gerçi kaybedecek çok şeyim yoktu ama sahip olduklarım bana yetiyordu.

Dairemin kapısı açıldı ve içinden sırıtarak Nico çıktı. Aynı benimkiler gibi yeşil olan gözleri ışıl ışıl, sarı saçları ise darmadağındı. Onu öyle mutlu görünce istemsizce gülümsedim.

Küçük kardeşim, çok normal bir hayatı olmasa da her zaman mutlu ve iyimserdi. Hiçbir şeyin onu üzmemesi için elimden geleni yapıyordum ama ben bir şey yapamadığımda bile mutluydu.

Endişeden öldüğüm halde gülümsedim ve “Nico nasılsın?” diye sordum. İyi olduğundan emin olmak için ona şöyle bir göz gezdirdim.

“Harikayım, sen nasılsın? İstediğin işi aldın mı?” diye sordu gözlerime bakabilmek için kafasını hafifçe yukarı kaldırarak.

Daha on yaşında olmasına rağmen neredeyse benim kadar uzundu. Ancak, topuklu ayakkabılarım yüzünden ben daha uzun duruyordum.

Cevap olarak başımı salladım ve endişelenmemesi için yalan söyledim: “Hayır, ben fırsat bulamadan birini almışlar.”

“Olsun. Eminim daha iyi işler bulursun,” dedi gülümseyerek.

“Evet, bulurum umarım,” dedim. Son kelimeyi Nico’nun beni üzgün görmesini istemediğim için biraz mırıldanarak söyledim çünkü kalbi stres ve endişeyi kaldıramazdı.

Sızlanarak “Bugün dışarı çıkabilir miyiz? Çok sıkıldım,” dedi.

O böyle deyince daha çok üzüldüm. Kalp rahatsızlığı nedeniyle Nico’nun kendini yormaması için elimden geleni yapıyordum. Beş kere kalp krizi geçirmişti ve Tanrı’ya dualar ederek onu hastaneye yetiştirmiştim.

Doktorlar Nico’nun çok fazla fiziksel aktivitede bulunmaması ve bir an önce ameliyat olması gerektiğini söylüyorlardı ama keşke o parayı bulmanın ne kadar zor olduğunu da bilselerdi.

“Evde bir şeyler yapabiliriz. Kendini yormaman gerektiğini biliyorsun,” dedim. Bir yandan da bir şekilde o parayı bulmayı ve Nico’nun bu dairede sıkışıp kalmaktansa dışarı çıkıp yaşıtlarıyla koşup oynamasını diliyordum.

Nico’nun yüzü asılınca suçluluk ve çaresizlik hissiyle içim parçalandı. Sesli bir şekilde iç çektiğinde gözlerindeki ışık söndüğünü gördüm.

Nico yalvaran gözlerle “Dışarı çıkalı üç hafta oldu. Lütfen Alice, sadece yirmi dakikalığına beni parka ya da herhangi bir yere götür,” dedi

Onu kıramazdım. İç çekip gözlerinin içine bakarak. “Peki, tamam. Kütüphaneye gideceğiz ve sen de kitap okuyacaksın,” dedim çünkü Nico’nun kendini yormadan vakit geçirebileceği tek yer kütüphaneydi.

Çok sevdiğim kocaman gülümsemesiyle elini havaya uzattı ve “Yaşasın! Ceketimi almaya gidiyorum,” diye bağırarak odasına koştu.

“Koşma,” diye onu azarladım ve başımı sallayarak cüzdanımı almak için odama gittim. Trençkotum zaten üstümde olduğu için dolaptan sadece yün şapkamı ve eldivenlerimi aldım.

Öğleden sonra olmasına rağmen sıkı giyinmemiz gerekiyordu çünkü Londra’nın kışı biraz sertti.

Yüksek topuklu ayakkabılarımı spor ayakkabılarla değiştirip dolabımı kapattım ve Nico’nun beni beklediği oturma odasına gittim.

Nico telaşla “Hadi, Alice, kütüphane kapanacak şimdi,” dedi.

“Bu kadar erken kapanmaz. Hem sırt çantan nerede?” diye sordum.

“Sandalyenin üstünde.” Siyah sırt çantasını alıp omzuma geçirdim. Nico ağır kitaplar taşımak zorunda kalmasın diye çantayı ben taşıyacaktım.

“Hadi gidelim,” dedim. Nico evden öyle hızlı çıktı ki yüreğim ağzıma geldi. Kapıyı kilitledim ve “Koşma!” diye azarlayarak peşinden gittim.

Dışarısı oldukça soğuktu ama bu beklenmedik bir şey değildi. Nico ve ben Londra’nın fakir bölgelerinden birinde yaşıyor olmamıza rağmen sokaklar hep kalabalıktı. İnsanlar boş boş dolanıp oraya buraya oraya koşuşturuyordu.

Neredeyse öğle yemeği vakti olması kalabalığın nedenini açıklıyordu. Kaybolmasın diye Nico’nun elini sıkıca tuttum.

Doğu Yakası’nın kalabalığına yaklaşık yirmi dakika kadar girip çıktıktan sonra sonunda kütüphaneye vardık. Nico içeri girmek için hiç zaman kaybetmedi ve beni bırakıp biyoloji koridoruna koştu.

Başına bir şey gelmesin diye peşinden gittim. Yanına vardığımda köşedeki puf minderlerden birine oturmuş büyük ve kalın bir kitap okuyordu. Yanındaki küçük masada pek çok kitap vardı.

Başımı uzatıp kalp hakkında bir kitap okuduğunu görünce “Biyolojiye baya ilgin var galiba,” diye yorum yaptım.

Nico ve ben ne zaman kütüphaneye gitsek hep bilimsel kitaplar okurdu, özellikle de biyoloji ile ilgili olanları. Yaşıtı çocuklar genellikle süper kahramanlar ve benzeri şeyler hakkındaki kitapları okudukları için Nico’nun durumunu hem garip hem de etkileyici bulurdum.

“Doktor olmak istiyorum, Alice. Bu yüzden çok çalışmam lazım ki kalp hastalığı olan insanlara yardım edebileyim. O zaman kimse hasta bir kalp yüzünden evde kalmak zorunda kalmaz,” dedi oldukça kararlı bakan gözleriyle.

Kardeşimin cevabını duyunca ister istemez gözlerim doldu. Kalp rahatsızlığı onu hem fiziksel hem de duygusal olarak çok etkiliyordu ve ne yazık ki bu konuda elimden bir şey gelmiyordu.

Gözyaşlarımı bastırmak için hızlıca gözlerimi kırpıştırıp kolyemle oynamaya başladım. “Sen burada kal ve oku. Ben biraz araştırma yapacağım, tamam mı?” dedim.

“Tamam ama birkaç saat kalabilir miyiz? Burada oturup okumak istiyorum,” diye sordu Nico.

Gülümseyerek başımı salladım ve “İstediğin zaman gideriz,” diye cevap verdim. Sonra dönüp görevlinin masasına doğru yürüdüm.

“Merhaba, kullanabileceğim bir bilgisayar var mı?” diye sordum bilgisayarda bir şeyler yazan sevimli esmer kıza.

“Elbette, boşta birkaç bilgisayar var. Gidip bakabilirsiniz,” diye cevap verdi kibarca.

“Teşekkürler,” diyerek bilgisayar alanına doğru yürüdüm. Her masaya birbirinden bölmelerle ayrılmış beş bilgisayarın düştüğü büyük bir alandı.

Bu da oldukça şaşırtıcıydı çünkü bilgisayarı kullanırken tam bir mahremiyete sahip olacaktım.

Boş bir kabin bulup döner sandalyeye oturdum ve bilgisayarı açtım. İnternet sekmesini açar açmaz iyi para kazandıran çevrimiçi işler aramaya başladım.

Evden de çalışabileceğim için çevrimiçi işleri tercih ediyordum. Böylelikle, Nico’yu yalnız bırakmak zorunda kalmaz ve onunla ilgilenebilirdim.

Bilgisayarı açtığımda umut doluydum ama neredeyse elli bağlantıya tıkladıktan sonra umutlarım azalmaya başladı. Hiçbir çevrimiçi iş barda ve benzin istasyonunda kazandığımdan fazla para vermiyordu.

Çevrimiçi bir iş bulsam bile bardaki ve benzin istasyonundaki tuhaf çalışma saatlerim nedeniyle doğru düzgün çalışamayacağımı fark ettim. Ancak, yine de dua ederek linkleri birbiri ardına tıklamaya devam ettim.

“Hey, Alice?” diyen Nico’nun sesiyle irkildim. Sağıma baktığımda ellerini bağlamış beklediğini gördüm.

“Ne oldu? İyi misin?” diye sordum endişeyle.

“Evet, sadece gitmemiz gerektiğini söylemek istedim. Vardiyan başlamak üzere,” dedi.

Kol saatime bakınca içimden küfrettim. Nico ve ben buraya geleli beş saat olmuştu ve haklıydı. Benzin istasyonundaki vardiyam başlamak üzereydi.

Aceleyle bilgisayarı kapatıp ayağa kalktım ve sırt çantasını aldım. “Kitap ödünç aldın mı?” diye sordum.

Başını sallayarak, “Evet, ödeme masasındalar,” diye cevapladı.

Elinden tutup masaya yöneldim. Görevli son kitabı da kontrol ederek büyük bir kitap yığınının üstüne koydu. Hiçbir şey söylemeden çantanın fermuarını açtım ve sekiz kalın kitabı içine koydum.

Tüm kitapları koyduktan sonra fermuarı çektim ve kimsenin bu ağır çantayı taşımakta ne kadar zorlandığımı görmesine izin vermeden omzuma aldım.

Kütüphaneciye iyi günler dileyip oradan ayrıldık.

Beş saat içinde kalabalık da oldukça azalmıştı. Etrafta dolaşan fazla insan yoktu dolayısıyla Nico’nun elini tutmama gerek kalmamıştı.

Yine de, Nico’nun bana mümkün olduğunca yakın yürüdüğünden emin oldum. Onu uzağımda yürütme riskini göze alamazdım. Kalp hastalığı beni endişeli ve huzursuz birine dönüştürmüştü.

Yirmi dakikadan az bir sürede dairemize ulaştık. Ön kapının kilidini açıp aceleyle içeri girdim ve sırt çantasını Nico’nun yatak odasına bıraktım. Asla taşımasını istemiyordum.

Eğer çantayı yatak odasına koyarsam Nico çantanın fermuarını açıp istediği kitabı okuyabilirdi. Eğer bir gün zengin olursam Nico’ya kitaplarını ve diğer ıvır zıvırlarını koyabileceği bir kitaplık alacaktım.

Tutulan omuzlarımı oynattım ve Nico’nun odasından çıkıp yemek hazırlamak için mutfağa gittim. Vardiyam başlamadan önce hala bir saatim vardı ve bu İtalyan sebze çorbası yapmaya yeterdi.

Nico’ya kızarmış köfte gibi bir şeyler yapmak isterdim ve bu çok daha kolay olurdu ama kalbi için hiç iyi olmazdı ve sırf kendi hayatımı kolaylaştırmak için onun sağlığını tehlikeye atamazdım.

Sebzeleri doğrarken kapı çaldı. Kaşlarımı çatıp merak içinde kapıya baktım. Bu saatte bizi kim ziyaret ederdi ki? Sütçü ya da ev sahibi olamazdı, peki o zaman kimdi?

Tam kapıyı açmaya gidiyordum ki Nico benden önce davrandı.

“Ben bakarım, Alice. Sen yemek yap,” dedi. İstemeyerek de olsa bıçağı tekrar elime aldım ve sebzeleri doğramaya devam ettim. Ancak, aklım hala kapıdaydı, o yüzden kulak kesildim.

Tek duyduğum şey garip ve anlaşılmaz sözler olunca Nico kimle konuşuyor diye bakmaya gittim.

“Nico, kim...” Kapının eşiğinde dikilen adamları görünce sözlerim yarım kaldı.

Gideon Maslow, kardeşi ve babası olduğunu tahmin ettiğim yaşlı bir adamla birlikte her zamanki ölümcül ifadesi ve anlaşılmaz bakışlarıyla dairemin kapısında duruyordu.

Gideon’ın kardeşi, “Vay canına, düşündüğümden de kısaymışsın,” diye yorum yaptı.

Dediğini duymazdan gelerek dikkatimi Gideon’a çevirdim. “He...Her şey yolunda mı?”

“Bizi içeri davet etmeyecek misin, genç bayan?” diye sordu Gideon’ın babası.

Yanaklarım kıpkırmızı olmuş bir şekilde “Tabii ki, özür dilerim, lütfen içeri gelin,” dedim.

Üç adam da daireme girdi ve Nico kapıyı kapatırken, “Alice, bu insanları tanıyor musun?” diye sordu.

“Evet, tanıyorum Nico. Neden ben onlarla konuşurken sen de odana gitmiyorsun,” diye sordum.

“Başın belada mı?” diye sordu endişeyle.

“Hayır, hayır, alakası yok, Sadece önemli bir şey hakkında konuşacağız, hepsi bu. Onlar gider gitmez seni çağıracağım,” dedim.

“Tamam ama başın derde girerse beni çağır,” dedi.

“Tamam çağırırım,” dedim.

“Söz mü?” diye sordu serçe parmağını kaldırarak.

Serçe parmağımı onunkiyle birleştirerek gülümsedim. “Söz.”

Nico memnun bir şekilde sallana sallana odasına gidip kapısını kapatırken ben de Gideon’ın diğer iki adamla birlikte oturduğu oturma odasına doğru yürüdüm.

“Pekâlâ, küçük kurabiye. Boyun kaç senin, 1.46 mı yoksa 1.48 mi?” diye sordu Gideon’ın kardeşi.

“1.52’yim,” dedim. Kibarlığı elden bırakmamak için “İçecek bir şey ister misiniz?” diye sordum.

Gideon deniz yeşili gözlerini gözlerime dikerek, “Hayır, git ve valizini hazırla,” diye emretti. Kendisine boyun eğmemi bekleyen gözlerine bakınca kalbim hızla çarptı.

Sırtımdan soğuk terler boşandı ve “Neden?” diye sordum. Eğer beni kardeşimden ayırmak gibi bir niyeti varsa büyük yanılgı içindeydi.

“Çünkü ben öyle istiyorum,” dedi Gideon.

Başımı salladım ve “Üzgünüm Bay Maslow ama düzgün bir cevap almadığım müddetçe bana söylediğiniz hiçbir şeyi yapmayacağım,” dedim.

Gideon’ın gözleri sertleşip iki yeşil cam parçasına dönüştü. “Dediğimi yap,” diye emretti.

“Önce bana geçerli bir sebep söyleyin,” dedim.

“Vay canına, amma inatçısın ha,” diye lafa girdi Gideon’ın kardeşi.

“Kapa çeneni, Kieran,” diye tersledi Gideon. Demek adı buydu. Kieran’ı sevmiştim. Gideon kadar korkutucu değildi. Öbür kardeşlerinin nerede olduğunu merak ettim.

Gideon ayağa kalkarak sadece birkaç santim uzağımda duracak kadar yakınıma geldi. Ona bakmak için başımı kaldırdım. Topuklu ayakkabı giymiyordum ve Gideon’ın bana tepeden bakması kendimi savunmasız hissetmeme neden oluyordu.

“Git ve eşyalarını topla, küçük fıstık. Bir daha söylemeyeceğim,” dedi tehditkâr bir sesle.

Geri adım atmayarak “Neden?” diye sordum. Ben onun kölesi değildim ve bana istediği şeyi yaptırmadan önce bir sebep sunmak zorundaydı. Cevabını duyunca gözlerim fal taşı gibi açıldı.

“Evleniyoruz.”

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok